Gelmiyormuş ve gitmek gibisi yokmuş. Elleri cebinde, kalbi başka cennette, aklı ise mesafe katıklarında bana sarmalanan bir tür oyunmuş. Kafiye teri döküyorum özlem yuvamda; çalmayan kapımın zilini unuttuğum şeffaf dakikalarımda dinlediğim müziklerin melankolik âşığı oluyorum çoğunlukla. Unutmuş, zaten ona beni sevmek diye bir şey yokmuş. El ele tutuşuyor yalnızlıkla hasret, mahşere birlikte gitmek için sözleşiyorlar. İzliyorum uzaktan ve kaygılı. Çok seviliyormuş, zamanında da ben tarafından çok sevilmiş ve ezberlemiş unutulmamayı. Benim, unutulmayı ezber ettiğim gibi. Sayfa bir milyon, satır yok oluş ve düğüm bin altı yüz sensiz yetmiş dört. Saçmaladım işte. Onsuzken hep böyle. Hoşça kaldı mı? Hoş mu şimdi? Mayınlı ve mayhoş satırlarım onu özlemekten tekrara düşerken ve ben yaralı caddelerin sayılan adımlarınca tek kendime yürürken o hoş kaldı mı? Kaldı tabii. O hep hoştu zaten. Hoşça kal dememe gerek yoktu bu yüzden. Yakalandım işte, cesaret mi doğruluk mu? Hep doğruluktu, doğru olan o değilken bile. Fırsata çevirmiş kaderi, sevmiş ve sevilmiş öyle diyor kalbimin gümbürtüsünü yitiren yıkık sevgi emaneti. Mutluysa sorun yok. O yoksa bende zaten bir hayat yok. Sevdim ve böyle aptal, saçma, klişelerden uzak derin bağla; kendimi kendime düğümlerken halatım onsuzluk olmuşken. Ölme, cennete gelemem de görüşemeyiz sonra…
Dilara AKSOY