İfadelerin çağrıştırdığı şeylerin gitgide birbirine benzediği şu bahar günlerinde kışın tutamadığı soğuk hava hissedilir halde. Ama yaz olsun istemiyorum, yaz: sıcak günleri, sessizce kurulan cümleleri ve birkaç basit düşünceyle birçok sekli kafada tekrar tekrar canlandıran o günleri hatırlatıyor, onu hatırlatıyor. Kışın getirdiği dinginlik içimdeki bekleyişi düşünmek için güzel bir süreç belirledi. Belki de kışın geceler bunun için uzun.
Mevsimlerden aynı sıcak bir günü –ağustos mu?- anımsatıyor, takvime bakmaksa düş kırıklığı, çünkü hala bahar aylarını yaşıyoruz. Gün saymak istemiyorum ama hiç saymayacağım dediğimde bile en az bir kez saymışlığım vardır. Sayıyı bildikten sonra umursamazlığa verebilirim ancak. Bu büyük çelişkinin başlangıç noktası ben, varış noktası düşünceler yani yine ben oldum bu yolda. Bir takvim yaprağı daha düştü.
Öğlen daha farklı bir hayat, güneş mi buna karar veriyor? Sabahı andırmayan bir zaman, dünden çok daha farklı. Birleştirilmeyi bekleyen iki parça gibi. Bir anda her şey değişebiliyor. Zaman geçtiği sürece kendimi hep farklı hayatların bir parçası gibi görmeye başlıyorum. Bir anda değişebilen onca görüntü, mekân –geceye hiçbiri kalmayacak-, hepsini aynı yaşamın içine katabilir miyim?
O bunaltıcı yaz günü –belki de eylül- tekrar aklıma geldi. Burada oturmaya tüm ihtimalleri ve kurguları baştan anlamlandırmaya çalışırken o şimdi ne yapıyordu?
Yaz da düşlerin arasında kalan kısa bir geçmişten ibaret artık. Devinimsiz günler, hepsi farklı hayatların bende birleşen ortak noktası. Güneş öğlen tam tepede oluyor, yaz çoktan geldi.
Mevsimsiz Sohbet’ten
https://twitter.com/arpaslanbudak