Hiç durmadan tekrarlıyordu dilim, bir şarkıydı dilime dolanan belki de bir özlü söz. Günler gecelere eşlik ediyordu bazen ve sabahlara emekleyerek çıkabiliyordum ancak. Yollarım taşlıydı, engebelerden oluşan koşuda hiç başarılı olamamıştım. Bilmezdim bazı uzun yolların patikalarının olduğunu. Öğretmemişlerdi hiç hayat eğitimindeki disiplinli hocalarım. Öğrenilmiş çaresizliğimin etkin olduğu bir anda uzun bir yolculuktan yeni gelmiş alnı terli, sırtında yüklerle bir adam karşıladım ömrümün terminalinde. Onun yorgun bedenine güç olmam gerekiyordu. Küçüktüm ve korkaktım. Sonbaharın yağmurlu günlerinde yavaş yavaş yaklaştım ve dokundum o adama. Biri yakamdan tutmuş ve silkmişti beni sanki. O küçük bedenim o adam için dev bir yüreğe dönüşmüştü. İki farklı şehrin iki farklı coğrafyasında yetişmiş ve gelip günün herhangi bir dakikasında gülümsemişlerdi birbirlerine. O an, tam da o andan sonra ölüm onlara gülümseyene dek birbirlerine gülümseyeceklerdi. Dilimin ucunda soğumuştu kelimelerim. O ısıttı ve işitti hak ede ede. Mevsimsiz güneşler doğuyordu sabahlarıma.Unut sevgilim, o değneklerle yürüdüğün kaldırımları. Ben geldim ufak adımlarımı sıklaştırarak. Belki gözlerim çocukluktan bozuktu ama gözlüksüz ben sende aşkı gördüm. Deniz kokan boynuna yuva kurdum. Artık gözaltı torbalarımdan şikâyet etmiyordum ya da gereksiz ufaklıktaki gözlerimden. Çünkü dünyamı aldı o adam elimden ve sıra sıra papatyalar dikti.