Benimle mutsuzluğa da var mısın dedi adam. Kadın şaşırdı, çünkü daha önce hiç böyle bir soruyla karşılaşmamıştı. Hayatın taa derininden gelen ve gerçekleri yansıtan bu soruya evet demek cesaret işiydi. Bu soruya evet diyebilen gerçek mutluluğun bu diyarlardan ötede oldugunu fark edebilmiş demekti. Adam da emin değildi, hangi insan bu soruya evet diyebilirdi ? Hele de mutluluğun tek gerçek amaçmış gibi empoze edildiği, ortalıkta mutluluk tablolarının paylaşılıp durulduğu, mutlu olunamayan ilişkiler, insanlar, nesneler ile hiç bağ kurulmamış gibi kenara atıldığı bu dönemde hangi çılgın bu soruya evet diyebilecekti ki diye düşündü adam. Belki de çok şey bekliyordu, en nihayetinde o da bir insandi. Zayıflıkları, bitmek tükenmek bilmeyen arzuları, gerçeklikle yüzleşememiş olmanın getirdiği stresten ve huzursuzluktan kaçmak için tutunacağı tek dal olan mutlu olma illüzyonuna nasıl karşı koyulabilirdi ki ? Bu ancak bilge insanların işiydi. Ancak bilge insan mutluluğun kalıcı olmadığını hatta çoğu zaman hemen arkasından acıları getirdiğini anlamıştı. Bu kavrayış bedava olmamıştı elbette, sorsan neler vardı çantasında. Hayal kırıklıkları, acılar ve olduramayışlar içeren. Hayatın kendisine ait, hayatın içinden gelen. Zaten er ya da geç hayat göstermeyecek miydi hepimize bunları. İnsan ders almadıkça katlanacak, daha beter şekilde gelecekti. En nihayetinde kalıcı mutluluk bir illüzyondu hem de en pahalısından. Oysa insan bir o kadar düşkündü bu illüzyona. Her defasında aldanıyor, ufukta yeni bir mutluluk gördüğü zaman peşi sıra yola koyuluyordu müthiş bir heyecanla. Hüsranlar yaşadıkça enerjisi tükeniyor ama çoğu zaman sıfırı görene kadar koşturmaya devam ediyordu. Yaşlandıkça tadı kaçıyor, yaşlanmamak için elinden geleni yapıyordu. Çılgınlar gibi gençleşme kürleri pazarlanıyor, detokslar botokslar derken insan engel olunamayan süreçte kendisini yıprattıkça yıpratıyordu. Oysa belki de tek yapması gereken durmaktı. Evet durmak, zihninin içindeki o bitmek tükenmek bilmeyen elde etme arzusuna, mutlu olma hayaline bir dur diyebilmek ve niçin var olduğunu anlamaya çalışmaktı. Pek çok insan bu soruyla cebelleşip ki ben bunu Gandalf’in Balrogla yaptigi amansız kapışmaya benzetirim, gerçeklerin peşine düşmek yerine aklını başkalarına kiraya verip, başkalarının kendileri hakkında cevaplar getirmesini tercih ettikleri için esasında döngüyü kıramıyorlardı. Döngüyü kırabilmek hem cesaret, hem azim hem sabır en önemlisi akil işiydi. Bütün bunlar ciddi efor gerektiren, sonunda mutlu olmanın garantisinin olmadığı, dolayısıyla da dolambaçlı yollardı. Oysaki ne gerek vardı, haftasonu alışveriş merkezleri, kahveler, eğlence mekanları dururken bütün bu sorularla uğraşmaya. En nihayetinde bir kere geliyordu insan dünyaya. Dolayısıyla hakkını vermeliydi, tatmadığı zevk, denemediği şey kalmamalı, mutluluğundan feragat etmemeli, her daim de kendi çıkarlarını korumalıydı! Hangi ahmak mutsuzluğa da var olabilirdi ki başka biriyle, mutlu olabileceği yeni kimselerin hayalleri hemen bir tık ötede dururken.
Adamınki de amma soruydu !