Bu gece her şey bir başka olabilir diyerek, kendimi zifiri bir karanlığın içinde uzun bir yolculuğa çıkarmak isterdim. Adım adım dolaşacağım sokakların buz gibi soğuk kaldırımlarının dipdiri olan ruhuna isnaden, kim bilir kimler yoluma ışık olacaktı. Belki hiç kimsecikler olmaya da bilir ama olsun, yeter ki biraz kendimle baş başa kalayım, zihnimi meşgul eden düşlerden uyanacak bir nefeslik zamanı yaratayım da gecenin sessizliğini içime çekeyim, sonra bakarsın bir sahil kasabasında bulurum kendimi, sahil boyu adımlarım kumsalı, ayın denize vuran ışığına dalar gözlerim, aklımdaki o karanlık düşler dalga seslerine karışır. İşte tam da bu noktada uyanırım ya rüyadan, gözlerimi tavana mıhlayıp dilimde bir türkü ile yataktan kalkar çay koyarım ocağa ve ılık bir duş alır, mükellef olmasa da sade bir kahvaltı sofrası ile güne başlarım, daha ne isterim ki, şükretmeli insan sahip olduklarına; aldığı nefese, sağlığına, ailesine, dostlarına kısacası tüm hayatı boyunca göreceği, yaşayacağı, konuşacağı, görüşeceği, göreceği her şeye ama hepsine yerince şükür yerinde sabırla mukabele de bulunmalı öyle mi? Bence öyle de şimdi fark ettim haddim olmadan tasavvufa giriş yaptım sanki Ee! Gece gece klavyeden dökülenler de anca bu kadar karmaşa içerebilirdi. İnsan, saat ilerledikçe yorulur, tükenir çünkü beden ve zihin bir üreden sonra tüm enerjisini artık tek bir şeye harcamak ister, neye mi? “UYKU” ama şuan ben inatla bu satırları kendime yazdırtıyorum. Birazdan uykunun dayanılmaz cazibesine bende kapılacağım elim mahkum, o zamana kadar sizde bu satırları okur, ne saçmalıyor yahu bu adam diye içinizden kendinize sorular sorabilirsiniz. Unutmadan bu satırları yazarken arkadan bana eşlik eden piyano tınısı hala çalıyor ve ben müziğin büyüsüne kendimi kaptırmış tüm bedenim ve ruhumla raks ediyorum…