Kafamın içerisindeki ıslak ve kıvrımlı dehlizler arasında gezinirken karşıma yine yüzü grenli belirsiz ama eski fotoğrafların hatırı sayılır güzelliklerini toplamış o kadınla rast gelmek artık beni şaşırtmıyordu. Belli olmasa da beni sürekli çeken ve karşı koyamadığım keskin yüz hatları adeta bakışlarımı esir etmiş kelimenin bilinen manası ile kendine kenetlemişti, her seferinde bunu nasıl başardığı hakkındaki tarafsız sorularımı yine kendime saklamam gerektiğini anladım.
Islak dehlizler de yolumuzu kaybetmeyip birbirimizi bilinmezliğin ve hiçliğin kollarına istemsizce bırakmadan önce o kadının bütün yüz ve vücut hatlarını ezberlemeye çalışıyorum lakin tanrının gazabından nasibini alarak ileri derecede bunama geçiren gençliğinde kötü, hoyrat bir adam olan herhangi bir altıncı şahıs ihtiyar gibi öylesine unutkan fazlaca bunaktım bu konuda.
O kokuşmuş dehlizde beraber yürüdüğümüz ve hiç konuşmadığımız böylesine meleksi ve tanrısal bir kadın neden sürekli burada yürür? Galiba kendime bu eziyeti yapmaktan vazgeçmem gerek zira sonu tamamen bilinmezlikten ibaret olan bu çok bilinmeyenli soruların yanıtlarını aramak tanrısal kadına yapılan bir hakaretti çirkinliğin ilk zamanlarından bu yana.
Bakışları çok güzeldi kadının hiç sıkılmadan saatlerce baktığım boşluktan daha anlamlıydı benim için. Teni, cevabı bilinmezliğin ta kendisi olan sadece soru sorma isteğinden kaynaklı sorular gibi, çekici ama bir nedeni olmaksızın çekici. Karşı konulmaz derecede kokusu vardı, dünya üzerindeki hiçbir kokunun çeşitli varyasyonlarına dahi benzemiyordu. En güzel tarafı ise her zaman kuaförde beklemeyi sevmediği için kendi kestiği saçlarıydı düz, dolgun, sarı veya kumral arası bir renk ve benim hoşuma giden ipeksi yumuşaklığı.
Bakışlarında her zaman derin bir mana vardı kadının bana kim olduğumu hatırlatan, beni kendimden daha çok tanıyan. Her akşam yola çıktığım bu dehlizlerde aradığımı biliyormuş gibi, aslında daha dikkatli bakınca gözlerine bana göstermek istediğini anlamamak için düşüncesiz, kaba, üçüncü şahsiyet bir kişilik olmak gerekirdi. Yolda olma isteğim, sürekli gitmeye olan inancım, özgür olma düşüncesi ve bu eylemlerin karşı konulmaz derecedeki çekiciliği, sabit duraklamalardan sıkılmış ruhum bir otel odasından dışarı süzülen gölge gibi yavaş yavaş ama bilinçli bir şekilde önce kapıyı kapatır ve sonra sonsuz bir yola koyulur mola saatleri olmayan ve hiç bitmeyen bir yol, işte kadının gözlerindeki derin mana buydu.
Uzun uzun yürüdükten sonra altıncı kişiliklerden üçüncü şahıs mevzularından ve çok bilinmeyenli sorulardan arınmış bir şekilde olabildiğince huzurlu ama fazlasıyla durağanlaşan bir zaman diliminde ayrılık vaktimizin geldiğini ikimiz de aynı anda anlamıştık.
Önce kadının usulca elimi bıraktığını hissettim ardından gözümü açtığımda sadece doğal bir ışık kaynağının suya yansımasıyla aydınlattığı kafamın içinde olan karanlık dehlizlerin birinde gözümü açtım. Her buluşmamızda daha çok kendimi buluyordum. Her zaman olduğundan daha çok kendimden emin bir tavırla bir sigara yaktım ve yine her buluşmadan sonra yakılan sigaralardan biraz daha keyifli biraz daha tat vericiydi derken ellerimi ceplerime soktum ve öylece yürümeye devam ettim.
Gecenin üçüne yolda olma hissine ve bir parça steady fingers’a adanmış birşey…
Akif Gümüşoğlu