Biz yakmayız göçenlerimizi, yada kefene sarmalayıp tabutlayıp gömmeyiz toprağa. Ormanı vardır bizim göçenlerin, her çeşit ağacın olduğu capcanlı rengârenk huzur dolu bir ormanı.
Önce boyu kadar bir derinlik eşeleriz toprağa, hayatta olduğu gibi ölüncede dimdik ayakta dururlar. Kafataslarının üst kısımlarını açarız ve soyut bir tohum bırakırız beynin içine. Soyut tohum dediğim yanlış anlaşılmasın fiziksel olarak mevcuttur tohum ama ne tohumu olduğu henüz belli değildir. Ölümüzün beyni karar verir ne olmak istediğine, özgürdür yaşamdaki gibi ölü bedenleride.
Önce beyni özümser tohum filizlenir tekrar döner bize. Onun gözlerini alır onun dudaklarını onun derisinden beslenir ve tabiki onun kalbidir o tohum, hatta onun kokusu karışır her zerresine. Bütünüyle özümsediğinde ise göç edilmiş bedeni fidan, işte o zaman ruhu yeniden gelmek için hazırdır o ağaca. Soyut tohumları veriyorsa bizlere geri yeni göçenler için, anlarız ruh artık o ağaçtadır, gelmezse eğer kısa sürede yok olur yeniden. Kötü insanın ruhu gelmez geri, bizde öyle “Nasıl bilirdiniz merhumu?” gibi yalan sorulara “iyi bilirdik” gibi yalan ve samimiyetten uzak ritüeller yoktur. Orman yalan söylemez.
Kimimiz koca bir çınar olur, kimimiz yaz kış sönmeyen bir çam. Bazıları upuzun kavaktır ormanın içinde, bazıları ise sapasağlam bir meşe. Ormanda belkide en hüzünlüleri ağaçların meyvelerdir, çocuklarımızın ağaçlarıdır onlar. Ruhları mutlaka ama mutlaka geri döner. Ahh o kadar lezzetlidir ki o meyveler. Yaz kış hep yeşil hep meyvelidirler.
Bizim böyle bir ormanımız var işte, korku nedir bilmezsin orada. Gölgelerinde piknik yapar kamp kurarız. Meyvelerinden yer şarkılar söyleriz. Hüzünlendiğimizde ormana gider huzur buluruz. Düğünlerimizi orada yaparız, orada yaşarız genelde ilk heyecanlarımızı.
Bizim yavan ve gösteriş dolu ritüellerimiz yoktur, yalandan ağıtlarımız göz yaşlarımız. Ölüler Ormanımız evimizdir bizim ailemizdir ormanımız.