Yıllar önce gizlice kitaplığından aldığım kitabı hatırladı. Özlediğim hınzır sırıtışı ve uzattığı laflarıyla ilk seferde anlayamayacağım şekilde söyledi bunu. Yüzüm kızardı, utangaç bir sırıtış yakışır diye düşündüm ve takındım hemen suratıma. Hemen ardından Didem’i gördüm rafta, benim yüzümden eksik olan Oruç Aruaboların yanında. Heyecanla iç çekip elime aldım bir tanesini. Ardından diğer ikisini de. ‘Yeşil fanilalı şiir’i aradık. Üç kitaptaki tüm şiirleri de zikretmiş olduk böylece. Bi’ güzel olduk. Buldu sonunda. Daha önce hiç okumamışım bu şiirden sebzeler ona, çok şaşırdım. Ama son buluşmamızdaki ‘bu son görüş, bu son duyuş’ sözlerini hatırladım da inandım okuyamamış olmama. Arsızca geçtim çoğu satırı. Buldum süper enginarları. Saymadım ama kesin sekiz kere farklı yerlerde vurgu yaparak, farklı ses tonlarıyla okumuşumdur. Ben susunca pazarcı edasıyla ‘süper enginarlaaar’ demesinden anladım.
Yine aynı odada aynı şarkıcıların sesiyle saatler geçirebiliyorduk. ‘bu son’ sözlerini tutamamak yine çok güzeldi. İyi ki son değildi. Bedenim ruhum özlemekten midir bilinmez çok güzel geçti kendinden.
Eziş büzüş otururken nefessiz kalmış olmalıyım ki şöyle seslice, dikelerek derin bir nefes almaya yeltedim. Nefesi verirken birden kelimeler de döküldü. Onları da verdim odaya nefesten başka.
‘Yarın Didem’e gidelim mi?’
Verdiğim nefes gibi öyle çabuk yerleşti ki odaya bu kelimeler ve ardındaki soru işareti. Farkında olmadan aldığı nefes gibi, birden cevap verdi.
‘Gidelim’.
Uzağı yakını, işi gücü hepsi biz gidebilelim diye kenarlara çekilmişti. Dokunmak gibi bir şey olacaktı gitmek Didem’e. Uzaktı çünkü, uzaktakine dokunmanın ne zor iş olduğunu öğrenmiştim ben de geçen üç yıl boyunca. Uzaklar geçince aklımdan Füsun düştü içime.
Gitmeler, özellikle kavuşmalı gitmeler bende biriciktir diye de sordum gecenin bir vakti hayatına yoldaş diye dokunmuş adama, biricik meyvesi Füsun’a ‘söylemek istedğiniz bir şey var mı?’ diye. ‘İyilik’ dedi hep. Bilirsiniz ya ‘ben iyiyim füsun iyi biz iyiyiz’ler. En sakin en duru en merak edilenler yani.
Didem’e sohbet toplarken dedi ki birisi de ‘Mutluya ben bakarım söyle merak etmesin’ . En güzel sözleri, dilekleri, saydığımız yıldızları alıp gidicektik yanına, yükünü hissetmeden.
Sabah erkenden kalktım. Didemle tanışmasına tesadüf öyküleri dizdiğim kadın vardı yanımda, uyandırdım, geldi. İlk önce hepimize gevrek aldık rıhtımdan. Biraz bekledik denize bakarak durulmayı. Sonra öyle güzel kalktık ki. Adalara giden kalabalık bir vapurla eş zamanlı.
.
İliştim yamacına. Battı o enginarın kılcıkları boğazıma, yok oldu reçellerin renkleri bir an. Nasıl kuruyabilir böyle yaprak, nasıl kurur böyle o turuncu çiçek. Gördüğüme, duyduğuma keşkem yoktur ama bu sefer nerdeyse görmemiş olmayı dileyecektim. Dileklerin boşa çıkıp çıkmadığını tartarken zihnimde korktum çiçekli şiirler dilemelerimizin akibetinden. Ama olmadı bu, haklı nasıl olurum dileklerimden korkmada, sert yaprak mı olurdu hiç.
Baya sustum, uzun uzun sustum da anca kendime geldim. Sesimi duymayaraktan baya konuştum. Kurdale gördüm uçuşmuş da kenarda köşede kurumuş bir demek çiçeğin belinde, bağladım tek yeşil dalın dibine. Dilek ipleri götürmüştüm ‘ dile hadi ben bağlarım ‘ dedim. Beyaz taşlarına bağladım da yatırdım toprağa.
Kafamı kaldırdım bi ara. Arkadaş gördüm bir tane. Ama öyle görmek ki dünyanın nefesini aldım ciğerlerime de gözbebeklerime bile renk gitti. O ne büyük boyun büküp dudak oynatmaktı öyle. Ruhumu bulup bulup yanına gittiklerim fısır fısır karşımdalardı. Onlarca yıl izleyebilirdim onları öyle. Kadınlığımı, çocukluğumu ve büyüdüğüm ilk günleri kucaklarına verdiğim iki kadın, yıllarca birbirinden habersizce nasıl kaldınız benim yamaçlarımda.
Kalkmaya niyetlendikten sonra açıldı dilim. Bu da vardı diye diye aheste aheste anca kalkabildim yanından. Bir el sıktım. Tüm parmak perdelerimde hissettim. Yine özlediğim bir sırıtışı hafifçe kendi yüzümde gördüm. Uzaklarımda olmalarına elleri ellerimdeyken hiç tahammül edemiyordum ya, aklımı zor tuttum yine özlemekten. Bir dilek ipi de onda olsun dedim. Yıllar önce defterlerinin üzerine bıraktıklarımdan. Elini hep sıkamayacağım da bunu dokunmak saysın diye.
Gerçekten dokunmaktı. Daha çok ona bulanmıştım sanki. Zihnimde ulaşması, bulması, paylaşması daha kolay olacaktı sanki bundan sonra. Yanıma da almıştım en sert kuruyan dallardan minik bir tane. Sevdiğim çiçeğin hiç ama hiç kurumayacağını hep hatırlayayım diye.