ÖTEKİ GİRDAP
İçinde çiçeklerin açıp aynı anda solduğunu hissetti. Bir yandan geçmişe dair güzel, dokunaklı, en ufak zerrelerin zelzeleye sebebiyet verirken diğer yandan bu dünyanın çetin değişimine ayak uyduramayıp köhneleşmiş evlerin elemlerini hissediyordu. Onlar Mümtaz için dört duvar mekân demek değillerdi. Çağın gerisinde kalmış önünde duran evler Mümtaz için ıstırap, sevinç, korku, bağırış, fısıltı, küçük kıyametler ve daha birçok şey idi. Bu bir tarafı yeis öteki tarafı sevinç olan dilemmadan bir an evvel kendini kurtarmak istedi. Anılar her daim sahiplerinin ardından gelen hükümlü yargıçlardır. Mümtaz geçmişin mahzeninde tutsak olan her bir anısını sırtına yapışık bir küfe gibi hissetti. Attığı her adımda onun ağırlaştığını ayrımsadı.
İlerde top oynadıkları arsayı diğer tarafta ise yaz kış demeden bilye yuvarladıkları yeri gördü. Sokağın başında bekleşen mahallenin kızlarına gövde gösterisi yaparak kendilerini ispatlamaya çalışan serseri takımını tahayyül etti ve sonra on metre ötesinde ayağı kırılan hastaneye götürecek parası olmadığından çıkıkçılarda tedavi görüp bir daha yürüyemez duruma gelen Rüstem’i hatırladı. Tepeye doğru giden yolda Süleyman’ı hatırladı. İşportacılık yaparak kötürüm babasına ve sefalete yüz tutmuş iki kardeşine bakmaya çalışan elleri nasırlı Süleyman’ı. Bir iki adım attıktan sonra güneşine perde olan bir ağacı fark etti. Küçükken yazları dadandıkları bazen de dalını kırdıkları dut ağacının ta kendisiydi. Patlamış su boruları gibiydi anılar her bir yerden fışkırıyorlardı amansız apansız. Sırtındaki küfe gitgide ağırlaşıyordu. Olduğu yere yığılıp kalıverecek oldu bir an.
Sesler geliyordu çevresindeki evlerden;
-Sen yine mi üstünü kirlettin utanmaz!
-İki tane ekmek al gelirken!
-Vurma baba vurma!
– Allah kahretmesin senin gibi adamı!
-Haydi, çocuklar eve!
Geçmişten gelen bu seslerin her biri kulağında çınlıyordu. Artık yürümeye mecali kalmamıştı. Yukarıdaki tepeye doğru yöneldi. Bu mahallede yaşadıklarını günbegün hatırlarken kendisini buraya sürükleyen şeyi bir türlü hatırlayamadı. Sere serpe tepeye varabildi. Bu gecekondunun eteklerinde konuşlandığı tepe, kentin her anına tanıklık ediyordu. Her değişime, yaprak kıpırdayışına, esen rüzgâra, yıkılan eve, terk edilenlere, gelenlere, isyanlara, her ana…
Mümtaz gözlerini kısarak şehrin en uç noktaları görmeye çalıştı. Bu koca şehir içindekileri yıllar yılı açığa vurarak gelişmiş ve hayatlara yön vermişti. O, insanların şehrin girdaplarına çabuk kapıldığını gördü. Güzel ve acı şeylerin yaşanmadığı, duygularda sahtecilik yaratan yapmacıklı günlerin, insanların etrafını sarmış olduğunu ayrımsadı ve o an kendisini bu köhne mahalleye getiren şeyi hatırladı; yaşadığı güzel ve acı şeyler… Geçmişte yaşamış olduğu kendisine hüzün ve mutluluk veren her kötü ve iyi ana tekrar döndü ve sarıldı. Ardından gözlerini kapayarak tepeden anılar girdabına kendini bıraktı..