4 yıllık üniversite hayatım boyunca İstanbul-Kahramanmaraş arasında mekik dokudum diyebilirim. Havayolunu kullanmak her zaman mümkün olmuyordu ve bir diğer alternatif olan karayolunu kullanmak bir bakıma mecburiyetti benim için. Şehirler arası uzun yolculukları -uzun yolculuk diyorum çünkü İstanbul-Kahramanmaraş arası 15-16 saatti- bu mecburiyetler vesilesiyle sevdim. Çok kez misafiri oldum otogarların. Bu arada artık ‘’Şehirler arası Otobüs Terminali’’ olarak da adlandırılsa onun adı ‘’Otogar’’ kardeşim. Ne kadar da meraklıyız dolambaçlı ve süslü kelimelere.. Yaptığımız basit,sıradan işlere sırf önemli görünsün diye tuhaf isimler vermeye..
Yolculuk esnasında çok farklı insan tipleriyle karşılaşırız. Ağlamayı kendine hobi edinmiş 0-3 yaş arası çocuklardan başlayıp –ki bu çocuklar hemen hemen bütün yolculuklarımda beni yalnız bırakmamıştır- yaşlı amca ve teyzelere kadar uzanır bu insan tipleri.. Klasik 7’den 70’e muhabbeti işte. 77 de olabilir. Siz bilirsiniz. 0-3 yaş arası çocuklarla yaşlı amca ve teyzelerin ortak bir özelliği vardır. Her iki yaş grubu da hiç susmaz. Kulağında kulaklıkla müzik dinleyen, pür dikkat kitap okuyan gençler -ki geneli üniversite öğrencisidir- hunharca horlayan ya da içine Serengeti ya da daha kapsamlısı olan Masai Mara’daki aslan sürüsü kaçmış hissi uyandırarak adeta kükreyen amcalar, koltuğunu sonuna kadar arkaya yatıran ama arkasına yaslanmadan yolculuğuna devam eden vatandaşlar! (ben bunlara çok kılım hea! olum madem yatırıyon niye yaslanmıyon? psikopat mısın?) otobüs koltuğunun arkasındaki küçük ekranlardan M.Ö 1268 yılından kalma komedi filmlerini izleyerek kahkahalarla gülen ancak kulağındaki kulaklık sebebiyle kendi sesini duymayıp insanların tuhaf bakışlarını hissederek birazcık da utanarak toparlanan abiler, ablalar.. O komedi filmi ya da aksiyon filmi türü ne olursa olsun hiç değiştirilmez. Ne bileyim ‘ulan şu filmleri müzikleri bi değiştirek, güncelleyek yeter yav’ denilmez. (güncellenen tek şey fiyatlardır zira. O da zam değil artık, güncelleme.) Böyle olunca filmlerin tarihine bakarak o otobüs firmasının kaç yılında kurulduğunu az çok tahmin edebilirsiniz. Bu durumun şöyle olumlu bir tarafı var eğer yolculuk esnasında bir film ilginizi çeker tam yarısına geldiğinizde yolculuk sona ererse ‘tüh lan bak filmi izleyemedim’ diye üzülmeyin çünkü bir sonraki yolculuğunuzda o film yine orada olacaktır. Kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. İyi seyirler.
Çiçeği burnunda bir İktisat öğrencisiyken gözlemlemeye başladığım otogarı ve otogarın kayıt dışı ekonomisini çiçeği burnunda bir İktisat mezunu olarak kaleme alıyorum.
Otogarlar ayrılıkların, kavuşmaların, umutların mekanı olsa da bu mekanın aslında sürekli göz önünde olan ama akla pek gelmeyen kahramanları da vardır. Seyyar çaycılar, ‘buz gibi soğuuukkk suuu’cular, pişmaniyeciler,simitçiler, ‘nereye abi?’ sorusuyla yaklaşan kumaş pantolon, gömlek ve kravat üçlüsünün temsil ettiği simsar abiler..Bazısı kayıt dışı olsa da alın teri sonucunda ekonomik anlamda bir canlılık ortaya çıkmaktadır. Bu canlılıktan ve kalabalıktan herkes faydalanmakta ancak bazı insanlar daha farklı faydalanmaktadır. İnsanlar su satarak, mendil satarak bir şekilde ortaya emek koyarak yaşamaya çalışırken, toplumumuzdaki ‘’az sadaka, çok belayı def eder’’ anlayışını kullanarak otogarları, sokakları kısacası canlılığın olduğu her yere girip insanların vicdanlarındaki sızıyı paraya çeviren insanlar.. Dilenciler.. Konu dilencilere gelince yazacak çok şeyimin olduğunu fark ettim ancak konudan uzaklaşmamak için kısaca değinip geçmek istiyorum. Otogar ekonomisinin maliyeti en düşük belki de maliyetsiz çalışanları, aynı zamanda en çok kazananları onlar.. Milyarder dilenciler var hocam. Otogar çevresinin dilencileri de çok kalantordur eminim. Her çöplüğün bir horozu olduğu gibi otogar mıntıkasının da horozu yani mafyası vardır.
Giyinişleriyle, kucaklarındaki bebekleriyle, yüz ifadeleriyle,sözleriyle vicdanımızda 5.4 şiddetinde bir sarsıntıya sebep olurlar. Sonuç? Garanti kazanç. Nasıl garanti olmasın ki? Çok profesyonel çalışıyorlar hacı. Üniversite 1.sınıfta bayram seyran günlerinde memlekete gidip gelirken bir keresinde otobüsün hareket etmesine 10 dakika kala bi kız bindi ön kapıdan. Elindeki kredi kartı boyutundaki kartları dağıta dağıta geldi. Bana da verdi bi tane. Aldım okudum. İlk kez karşılaşıyordum böyle bir durumla. Dilenci dediğin gelir Allah rızası için ister ve gider. Adamlar kart bastırmış abicim! Kartta ne yazdığını tam olarak hatırlamıyorum ancak anne-babasının hasta olduğu ve küçük kardeşlerine kendisinin bakmakta olduğu gibi şeylerdi sanırım. Kız en arka koltuktaki vatandaşa da kartı verdikten sonra kartta yazanları yüksek sesle okumaya başladı. Hani okuma yazma bilmeyen amcalar teyzeler kartı okuyamazlar onlar da duysun gibisinden. Kız kartları tekrar toplarken aynı zamanda hasılatı da topluyordu. Bu durum çok dikkatimi çekmişti. Sonraki yolculuklarımda otobüse binen kız her seferinde değişiyordu. Ama kartlar ve kartta yazanlar hep aynıydı. Güzel tezgah vesselam!
Otogarlar ekonomik anlamda bir hareketliliğe fırsat verdikleri için önemli bir ticaret merkezidir aynı zamanda. Tuvalet sudan daha pahalı olsa da önemlidir buralar ehehe. Sucu da kazanır, çaycı da kazanır, işportacısı da kazanır, sokak müzisyeni de simitçi de pişmaniyeci de ve hatta dilencisi de kazanır. Pişmaniyeci demişken pişmaniye fiyatlarının bir anda nasıl değiştiğine değinmek istiyorum. Pişmaniyeci abilerimiz genelde otobüsün hareket etmesine 5 dakika kala ellerinde içinde pişmaniye paketlerinin olduğu kocamaaan siyah poşetlerle otobüse biner. 3 tanesi 10 lira ile ihale açılır. ‘’Yeeakışşşşıkklııı abimm güzzeelll abllaamm’ nidalarıyla ön kapıdan orta kapıya kadar 3 tanesi 10 liradan sattığı pişmaniyelerine alıcı bulamayan abimiz 3 tanesini 5 liradan satmaya karar verir. Fiyatın yarı yarıya düşmesiyle arka koltuklardan 2-3 alıcı bulur kendisine. Otobüsten inmek için ön kapıya yönelirken son bir şans olarak 4 tanesini 5 liraya satar. Bunu yaparken de ‘’herkes yesinn diyee abiii’’ der. İnerken de öndeki koltuklardan bir kaç alıcı bulur ve otobüsten mutlu bir şekilde iner. Gözlemlediğim bütün pişmaniye satışları bu şekilde olmuştur. Eğer İstanbul Esenler Otogarından otobüse binerseniz ve eğer uslu bir çocuk olursanız siz de bu şirin pişmaniyeci abimizle karşılaşabilirsiniz. Karşılaşırsanız pişmaniyeyi ilk fiyatından almayın biraz bekleyin fiyat düşecek alacağınız pişmaniye sayısı artacaktır.
Ben otogarlara öylesine gelip geçtiğimiz yerler olarak bakamadım hiçbir zaman. Zaten bu yazı da bu ‘bakamamanın’ bir ürünüdür. Belki yolculuğun sonunda bitecek olan özleme fazlaca anlamlar yüklememdendir bu. Belki de yolculuk başlarken varlığıyla beni mutlu eden onca şeyden ayrılacak olmanın bir tezahürüdür. O koltuklar bedenleri aynı şehre götürse de bazı bedenler ruhlarını otogarda el salladığı kişinin avcuna bırakır. Öyle gider. Otogar ziyaretlerime yüklediğim anlamlar, yaptığım gözlemler bana orada sadece yolcuların olmadığını, başka hayatların başka kavgaların da var olduğunu gösterdi. Burası çok başka bir dünyadır eminim.
Biz yolcular kabilesi olarak başka bir şehirde üniversite okumak, çalışmak, askerlik görevimizi yapmak, sevdiklerimizle hasret gidermek ya da başka bir sebeple otogarların misafiri olup su, simit, çay, pişmaniye vs. satan abilerimizin ablalarımızın kazançlarının bir anlamda garantörlüğünü yapıyoruz. Biz binbir çeşit duygularla bavulumuzu hazırlarken, hayal kurarken veya hayal kırıklıklarımızı düşünürken, onlar geçim sıkıntısının ağırlığının da eklendiği ekmek teknelerini otogar limanına demirliyor.
Dönüşü olmayan bir gidiş var da gidişi olmayan bir geliş var mıdır bilmiyorum. Otogar benim için falzaca anlam yüklediğim büyük bir bekleme salonu olmaya devam edecek. O bekleme salonunda çaycı dayıdan aldığım çayı yudumlayıp bana başka dünyaların kapısını açan, cam kenarındaki koltuğumu bekleyeceğim..