Aslında bugün uzun süredir aklımda olan bir konu hakkında yazmak istiyordum da nasipten ötesi yoktur diyerek beni en derin yerlerimden yaralayan ayrıca çok mühim olan bir konu hakkında konuşmak istiyorum.
Hayallerden… Hayal edemediklerimizden, dört bir yanımıza ördüğümüz duvarlarımızdan, hayattan, yaşamaktan söz etmek istiyorum.
Yaşıyor muyuz acaba? Nefes almak mıydı yaşamak yoksa hissetmek miydi damarlarında akan kanı? Sahi neydi? Nerede kaybettik onu? Ve neden aramıyoruz, neden onun bize gelmesini bekliyoruz? Ya da bekliyor muyuz onu? Beklediğimiz şey yaşamın bize gelmesinden ziyade ölümün gelmesi mi? Kendimize itiraf edemediğimiz ve her gece uykumuzu kaçıran bu mu acaba? Ölümü beklemek…
Korkuyorum dostlar. Korktuğum ölüm değil ölümü beklemek. Ölümü bekleyen ölmüştür zaten toprağın altında yatandan bir farkı yoktur. Ölmek demek mezara girmek değil ki mezara girmeyen ölüler de var mesela… Ölmeyen ölüler, ölemeyen ölüler. Yaşayan ölüler. Unutulan yaşamlar. Unutulan ölmemiş midir zaten? Gerçi unutulan yaşamış mıdır o da bilinmez.
Bugün neden bu yazıyı yazıyorum? Neden bu klavyenin başındayım? Çünkü yazmasam delirecektim. Çünkü yoruldum dostlar. İzin verdim bugün aklımla elimin yasak bir aşk yaşamasına. Benden bağımsız bir şekilde benim için yazmalarına çünkü onlar da biliyorlar;yazmasam delirecektim. Uzun bir süredir yazamıyordum. Kalemimden kaçar olmuştum çünkü biliyorum dost acı söyler. Ama bugün izin verdim dostumun acı söylemesine. Bildiğim ama bilmek istemediğim şeyleri yüzüme haykırmasına çünkü dost dostu için söyler acıyı. Acıdan yüreği yanmasın diye. Bugün yazmaya karar verdim çünkü ağırlaştı yüküm. Yüküm ne mi? İnsanlar. İnsanları yüklendim sırtıma, acılarını yüklendim. Bugün yine gözyaşları şu batasıca dünya yüzünden akan bir gönül gördüm. Çaresizce süzülen gözyaşları karşısında çaresiz kaldım ben. Birçok kişinin hayatına içinde yer açan ben minik bir yüreğin gözyaşlarını görünce çaresiz kaldım.
Elimi uzatmak istedim, ellerim tutmaz oldu. Öyle yaktı içimi “Çaresizim.” diyen hıçkırıkları. Gözyaşları ıslatırken onun çehresini yaktı benim ciğerimi. Özür dilemek istedim ondan bu kadar zor olduğu için ama düğümledi işte hıçkırık sesleriyle boğazımı konuşamadım ben de. Sonra onu yalnız bıraktım çünkü daha dün konuşmuştuk insanın yalnız kalmaya ihtiyacının olduğunu. Ben de yazmaya geldim. Buraya geldim. Birileri okusun beğensin diye değil ona özür dileyemedim ya buraya yazmak istedim, kulağına fısıldayamadığımı burada haykırmak istedim. Özür dilerim can dostum. Özür dilerim…
(Bugün şarkı değil de bir film önereceğim. Belki özür dileriz. belki kendimizden, belki onlardan. Minik bir repliğiyle beraber:
“Biliyor musun her tarafım kanıyor. Acılar içindeyim. Çürüyorum. Onların istediği gibi bir adam olmak istiyorum ama beceremiyorum. Dostlarıma , akrabalarıma , patronuma , karıma , çocuklarıma üzgünüm diyorum. Sizin istediğiniz gibi bir adam olamadığım için özür dilerim diyorum , duymuyorlar. Acılarımı , kederlerimi , sıkıntılarımı anlatıyorum dinlemiyorlar. Ben , ben.. Bana yardım edin diyorum , kaçıyorlar. Gelin biraz konuşalım diyorum , masayı terk ediyorlar. Ölüyorum ben diyorum , ne zaman öleceksin diye soruyorlar. Lütfen bana söyler misin , ne oldu ? Bize ne oldu ? Eskiden böyle değildi. Şimdi ne oldu ?”
~Özür Dilerim)