Geçtiğimiz günlerde aklıma takılan bir sorunun içinden çıkamadım. Bunun üzerine internetten zeki olarak düşündüğüm arkadaşlarıma sordum. Neydi aklıma takılan soru? Papağan mı bülbül mü daha değerli bir kuştur? Ne kadar basit değil mi? Normal bir mantık yürütme ile cevap verecek olursak, en yakın pet-shop’a gider, iki kuşun fiyatını sorarız. Hangisi en pahalı ise o daha değerlidir. Arkadaşlarımdan aldığım cevaplar ve internet üzerinden kuş fiyatları üzerine yaptığım araştırma örtüştü. Papağan daha değerliydi. Ancak benim aklımdaki cevap nedense bu değildi.
Günümüz toplumlarında evrensel olan bir görüş varsa, bu da pahalı olanın değerli olduğudur. Nadir olan, daha değerlidir. Çünkü nadir olan pahalıdır. Hiç düşündünüz mü insanlar ilk çağlardan bu yana neden altını, elması daha değerli görmüş, uğruna savaşlar yapmıştır? Altın yerine neden bakır, elmas yerine neden kömür değil? Onlar nadir metal ve taşlar. Ve onları takanlar da nadir insanlar. Kendini diğer insanların üzerinde gören egemen sınıflar. Yine ufak bir tarama yaptığımda gördüm ki altın ve elmas işlevsel kullanım alanı olarak nano-teknoloji ve elektrik elektronik alanlarda kullanılmakta. Ancak çok küçük miktarlar bu ihtiyacı karşılayabiliyor. Yani altını, elması değerli yapan statü simgesi oluşu.
İnsan, her zaman içine düştüğü ve debelendikçe daha da battığı, lanet bir bataklık olan ‘kavram karmaşası’na, burada da düşmüş anlaşılan. Paha ve değer…
Gelelim kuşlarımıza. Ne alaka şimdi bu anlatılanlarla? Öyle bir alaka var ki, belki de insanoğlunun bu kadar değersizleştiği, değerleri erdemin değil, biçilen fiyatın oluşturduğu bir dünyada hem kendimizi hem de günahsız hayvanları oyunlarımıza alet etmişiz.
Papağan belki de en ilginç hayvanlardan biri. Çünkü onu diğerlerinden ayıran bir özelliği var. Konuşabiliyor. Kendisine söylenenleri tekrar edebiliyor. Ne kadar ilginç değil mi? Konuşan bir kuş.’Değerli’ bir kuş. Ancak şöyle bir sıkıntımız var. Papağan sadece ona söylenileni tekrar edebiliyor. Kendi hissettiklerini ifade edemiyor. Zavallı hayvan! Sahibi bir küfürbazsa kuşunu da küfürbaz yapıyor. Ya da bir âşık papağana ‘seni seviyorum.’ demeyi öğreterek sevgilisine şahane bir sevgililer günü hediyesi verebiliyor. Papağan değerli. Çünkü istediğimizi yapıyor. Ne duymak istersek onu söylüyor. Güzelliğini kanıtlamak isteyen bir kadın, kolayca, hem de defalarca kendisinin güzel olduğunu duyabilir. Ya da bir fanatik, her gün takımının şampiyon olduğunu, en büyük olduğunu onunla kanıtlayabilir. Ne kadar büyük bir işlev! Ne şahane! Bu kuş bu yüzden değerli.
Bülbül kendi halinde bir kuş. Genelde doğada yaşıyor. Elzem türleri dışında öyle pahalı bir kuş da değil. Papağan gibi rengârenk tüyleri, konuşmak gibi havyan üstü bir niteliği yok. Değerli değil. Çünkü pahalı değil. Değerli değil. Çünkü ondan bir çıkarımız yok. Divan şairlerinin biricik mazmunu, güle aşkından kanlar içinde kalan aşk-ı bülbül, günümüzde sadece şarkı ve deyimlerde kendine yer bulabiliyor. Lâkin bülbül, doğada özgür bir şekilde daldan dala uçuyor. Dişisiyle flörtünde onu ‘bülbül’ yapan niteliğini sergiliyor bize. Eğer insanoğlu, günlük hayatındaki statü kavgalarından, makam-mevki için yaptığı yalakalıklardan ya da patronun gözüne girmek için ek mesai yapmaktan fırsat bulup ormana gidebilseydi, bulurdu var oluşun şifresini… Bir ezgi yankılanır ormanda. Özgündür. Daha önce hiçbir bestekâr yazmamıştır o besteyi. Hiçbir ses sanatçısı öyle bir sesle kulaklarımızı mest etmemiştir. Öyle bir şakır ki bülbül, orman susar, onu dinler. Onun bundan bir çıkarı yoktur. Şakıdığı zaman daha fazla para etmeyecektir, güzel yemlerle beslenmeyecektir. Tek amacı dünyaya aşkını duyurmaktır. İçindeki sevdayı ifade etmektir cesurca. Kimseye sormadan…
Bülbül değersizdir. Çünkü ona istediğiniz ezgiyi şakıtamazsınız. İstediğinizi yapın, o size kendi bestesini dinletecektir. Kendisinin değerli gördüğü şeyi yapacaktır. Umurunda değildir hayvan mağazalarında üst raflarda olmak. Üç haneli fiyatlara satılmak. Televizyon programlarında ‘afacan bülbül konuşuyor.’ gibi haberlere konu olmak. Onun tek istediği, kendi müziğini özgürce icra etmek, huzur bulmaktır. Eğer gözlerinizi kapatıp, sesine kulak verirseniz sizde huzur bulacaksınız. Günümüz pop şarkıcılarının giderli şarkılarından daha çok derman olacaktır bülbül sizin duygularınıza. Ama eğer bir gün ona kendi müziğinizi söyletmek isteyecek olursanız aranız bozulacaktır. Çünkü o sizi öyle bir red edecektir ki, bir daha ne o şen şakırtısını paylaşacaktır sizinle, ne de huzur verecektir yüreğinize. Eğer kızıp koyarsanız onu altından bir kafese, şair demiş çoktan, ötecektir aheste…
Bu kıssadan çok hisse çıkar. Hem de öyle bir hisse çıkar ki anlamak isteyene, anladığı zaman içinde bulunduğu dünyadan, düzenden tiksinir. Her gün kendisine değerli diye sunulan metaların, aslında ne kadar sıradan ve üç kuruş etmez olduğunu görür. Sonra kendisini sorgular. Bu düzende ben gerçekten değerli olmalı mıyım toplumun gözünde? Bana dayatılan değerler sistemini kabul etmek zorunda mıyım?
Aydınlanırsa insan, dışlanacaktır. Çünkü bulmuştur gerçek değeri. Özgür iradenin, özgün eserlerin güzelliğini… Çağdaş ve pek uygar toplumumuzda farklılıklara tahammül yoktur. Farklılık onların düzenine, çıkarlarına aykırıdır. Size öyle bir saldırırlar ki, sonunda onlardan daha çok onlar gibi olursunuz farkında olmadan. Bana inanmıyorsanız denemek ücretsiz. Açın dolabınızı o an gördüğünüz ilk elbiseleri geçirin üzerinize. Saçınızı farklı bir şekilde tarayın. Farklı olun. Ancak o formun içinde huzurlu olun. Dışarı çıktığınızda size dikkatle bakan gözler gittikçe alaycı ifadelere dönüşecek, hatta arkanızdan gülüşmeler duyacaksınız. Sizin o gün girdiğiniz şekle bir Amerikan süper starı girip, açılışlarda, konserlerde boy gösterse emin olun o artık ‘moda’ olacaktır. Lüks giyim şirketleri defilelerinde onları en güzel modellerine giydirecek, mağazalarda en fahiş fiyatlara satılacaktır benzerleri. Senin giymenle, modelin giymesi arasındaki fark nedir biliyor musun? Fark, sana özgürlük getirmesi için baş tacı ettiğin liberal düzenin gözünde, senin ve düşüncenin hiçbir değeri olmayışıdır. Sen bir hiçsin. Onun ürettiği elbiseleri giyecek, onun ürettiği müziği dinleyecek, onun yazdığı kitapları, çevirdiği filmleri izleyeceksin. Onun sınırları içerisindeki farklılıkları ayakta alkışlayacak, arkadaşların arasında onların marjinalitesi ile ilgili destansı konuşmalar yapacaksın. Çünkü bu seni değerli yapacak. Onlardan olmanın hazzına vardığın an bir daha kopamayacaksın sunî dünyasından. Zamanla alışacaksın. Keyif bile alacaksın onlar gibi olduğun için. Çünkü yalnız olmayacaksın.
Her söylediğinizi tekrarlamasa bu kadar ‘değerli’ ve ‘akıllı’ olur muydu papağan? Ya sizin söylediğinizin tam tersini söyleseydi? ‘Çok güzelim.’ demesini istediğinizde,’Çok çirkinsin.’ dediğini düşünün. Bu kadar akıllı bulur muydunuz bu kuşu? Ya da o kuş gerçekten hissettiklerini size söyleyebilseydi… İçinde bulunduğu kahrolası kafesin ne kadar kısıtlayıcı, sizin ne kadar bencil olduğunuzu söyleseydi, evinizin baş köşesini ayırır mıydınız ona? Peki ya öğretmeninize, patronunuza, üzerinizde kim varsa; söyleseydiniz gerçekte hissettiklerinizi… Her ay dolgun maaş alabileceğiniz bir işiniz olur muydu? Arkadaşlarınıza ne kadar sıkıcı olduklarını ve birbirlerini çekiştirmekten başka hiçbir şey yapmadıklarını söyleseniz, kafelerde, barlarda kimlerle beraber eğlenirsiniz?
Farklı olursak ne yaparız biz? Bu toplumda yapayalnız nasıl yaşarız? Düşüncelerimizi ifade ettiğimizde aldığımız olumsuz cevapların ve bunların getirdiği sorumlulukların altından nasıl kalkarız? En iyisi onlar gibi olup, değerli olmak. O zaman pahalı da olacağız. Onun dediği gibi yaşadığımızda, onun verdiği eğitimi aldığımızda, onun önerdiği kitapları okuduğumuzda, daha iyi bir işte çalışacağız. Dolgun maaşlar alacağız. Aldığımız maaşı tekrar onun metalarına harcayıp daha da fakirleşeceğiz. Sonra topluma ayak uydurmak için daha çok çalışacak, daha çok onlar gibi olacağız. Daha çok kazanacak, daha çok harcayacağız. Ve liberal-kapitalist sistemin kafesinde bu taklayı defalarca atıp, ne kadar özgür olduğumuzu haykıracağız. Tıpkı papağan gibi değil mi? Bizim söylediğimizi söyleyen bir kuştan farkımız yok. Onların söylediğini söylediğimiz için değerliyiz. Eğer bir gün, farklı bir düşünceyle çıkarsanız karşılarına, yok pahasına satılacaksınız. Adınıza dev indirim günleri düzenlenecek. Kapış kapış, parça parça yitirecekler sizi. Kanınızdaki son farklı damlayı içene dek…
Ben değersizim. Çünkü kendi yolumu kendim çiziyorum. Toplumun gözünde önemli insanlar yetiştiren bir fakültede okumuyorum. Eğitimci olacağım. Hem de yeryüzünün ‘en değersiz varlıkları’ öğrencim olacak. Değersizim, çünkü vizyona giren filmleri en önde izlemek için sıraya girmiyorum. Best-seller kitapları satın alıp, arkadaşlarıma okuduğumu ispat etmek için hızlıca bitirmiyorum. Onların yedikleri dünyaca ünlü gıda zincirlerinden yemek yemiyorum. Modayı takip etmiyorum. Bol ratingli dizileri seyretmiyorum. Popüler olmak için onlar gibi olmaya, evden çıkarken yüzüme maske takıp gülücükler dağıtmaya ihtiyaç duymuyorum. Günümüzde değerli kabul edilen her şeyden kaçıyorum. Bir gruba tabi olmak için onlar gibi düşünmek zorunda değilim. Onların sohbetlerinde onlar gibi konuşarak gözlerine girmek gibi bir niyetim yok.
O kadar değersizim ki, neyi değerli buluyorsam onu yapıyorum. İnsanların dikkatli bakışlarına şahit oluyorum. Ancak o bakışlar gülücüklere dönüşmüyor. Şekere üşüşen karıncalar gibi, düşüncelerimi eleştirmek, üslubumu yanlış bulduklarını ifade etmek, yaptıklarımın yanlış olduğunu söylemek, okuduğum kitabın anlamsız, sevdiğim şeylerin değersiz olduklarını söylemek zorunda hissediyorlar kendilerini. Ve beni kendileri gibi yapamadıkça daha da saldırıyorlar.
Öyle ki sadece insana değer verdiğim için, artık farklılıklarımı ifade etmiyorum toplum içinde. Onlar gibi olmuyorum, fakat yanlışlarını yüzlerine de vurmuyorum. Çünkü o kadar yoksunlar ki gerçek güzelliklerden,gerçek olandan; öylesine güzel dizayn edilmiş sahte bir evrende yaşıyorlar ki, değerli sandıkları şeylerin aslında hiçbir anlamı olmadığını gördüklerinde şok olacaklar. Ellerinde hiçbir şey olmadığını fark ettiklerinde bunu unutmaya çalışacak, görmezden gelecekler. ‘Değersiz değerlerine’ daha çok sarılacaklar. Çünkü onları değerli yapan, onlar gibi olmak…
Ve son olarak onlar hiçbir zaman ormana gidip temiz havayı çekemeyecekler içlerine… Kaynağından çıkan duru bir suyu içemeyecekler. Çünkü korkacaklar. Bülbülden korkacaklar. Bir anda ortaya çıkıp özgün ezgisini mırıldanmaya başladığında tekrar farkına varacaklar değersizliklerinin. Bu nedenle, hep kendileri gibi olanlarla yaşayacak ve ölecekler. ‘Değerli’ bir hayat sürecekler. Arkalarından ‘ne kadar da bizim gibi biriydi.’ denilecek. O, dünyada geçirdiği ömrün ne kadar değersiz olduğunu göklerden izlerken, dünyada kalanlar arkasından methiyeler düzecek.
Bizlerse ormanda bülbüllerle koyun koyuna dolaşacak, onların şakırtılarına ıslıklarımızla eşlik edeceğiz. Asla korkmayacağız. Arkamızdan ‘iyi bilirdik.’ demeyecekler belki ama iyi olduğumuzu onlara tasdik ettirmek gibi bir niyetimiz olmayacak. Işığımızı yayabilirsek ne âla !
Ne mutlu doğru bulduğu değerleri korkmadan ifade edene!
Ne mutlu kendi oluşturduğu değerlerden nasiplenene!
Ne mutlu kendi sözü olana!
Ne mutlu ormanın özgür sesi bülbüllere!
03-04-2013/ Tahir Mete ARTAR