Sevdiğine son bir kez bakmak istedi. Elleri kelepçelenmiş gidiyordu demir parmaklıkların arasındaki hayata karışmaya.. Son kez sarılmak lazımdı Lavina’ya , kokusunu içine çekmek sonra alnından öpmek lazımdı.. Dudaklarının hiçbir şeye değmemesi gerekiyordu o andan sonra, ne bir yudum suya ne bir ekmek kırıntısına, silinmesin diye dudaklarından Lavina’nın kokusu..
Oysa hiç ayrı kalacağını düşünmemişti sevdiğinden, Lavina’ya aşık olan o adama tetiği çektiğinde. Ondan başka hiç kimse sevgi beslemeyemezdi içinde Lavina’ya..
Öyle bir aşk ki kör etmişti her şeyi.. Bütün sakinliğini, bütün medeniyetini unutmuş, hayatını tek bir kadına, kadınına adamıştı. Ne onsuz alınan nefesin faydası vardı , ne de onsuz yediği ekmek doyurabilirdi karnını.. Lavina yoksa yanında, aydınlık bir oda bile karanlıktı onun için..
Lavina onun her şeyiydi. Annesi, kız kardeşi, İstanbul’uydu, memleketin her karış toprağı , uğruna canını verecek bayrağı gibiydi. Eğer yaşayacaksa Lavina için, eğer akacaksa kanı Lavina için, eğer sürünecekse ya da yükselecekse mertebelere yine Lavina içindi.. Bir çocuk sahibi olacaksa Lavina’dan olmalıydı. İçeceği bir tas çorba Lavina’nın ellerinden hazırlanmalıydı. Gömleğinin düğmesini Lavina dikmeliydi.. Evi Lavina kokmalıydı, zehir içirecekse Lavina içirmeliydi ona.. Sabahında , gecesinde, sofrasında kadını olmalıydı kadını, Lavina’sı..
Yol boyunca hep bunları düşündü. İki askerin ortasında, elleri kelepçeli bir şekilde gözlerini kapatmış sadece kadınını hayal etmişti. Ona kavuşacağı anın şafağını saymaya başlamıştı içinden..
Sonra kendisini demir parmaklıklıkarın arasından geçerken buldu. İçeriye boş bakışlarla girdi. Etrafında tanımadığı bir sürü yabancı adam. Lavina’dan çok uzakta bir yer.. Issız, yalnız ve karanlıktaydı. İçki içmemesine rağmen sarhoş gibiydi, elleri sigara tiryakiliğinden değil Lavinanın parmaklarının eksikliğinden titriyordu. Ciğerlerine nefes gitmedi bir an.. Kalbi atmak istemedi. Ancak yaşamak gerekiyordu kavuşmak için..
Boş bulduğu ranzaya yürüdü, gömleğinin cebinden kadınına ait bir fotoğraf çıkarttı ve hemen ranzanın tabanına astı.. Sonra gözlerini kırpmadan seyretti uzun uzun kadınını.. Gözlerine baktı kirpiklerinden öptü, dudaklarının kıvrımlarını inceledi. Saçlarından kokladı.. Hayallerinde Lavinaylaydı.. Gülüşlerinin sesini duydu, çocuklarının şen kahkalarını işitti..
Elbet bitecekti bu hasret.. Elbet yeniden koklayacaktı kadınını.. Şafak saymak zordu ancak mutlaka gün bitiyor ve biten günün ardından yeni bir gün başlıyordu, bu kaçınılmaz bir şeydi..
Kim bilirdi belki üç ay belki altı, belki birkaç yıl ne fark ederdi tam 30 yıl beklememiş miydi Lavina’sını.. Bir kaç yıl ayrı kalmak öldürmezdi ya insanı..
Bir adam yaklaştı yanına yavaşça. Elini sıkmak istedi. Lakin o elini uzatmak yerine hemen yatağının tabanındaki fotoğrafı alarak gömleğinin cebine koydu. Hiç kimsenin o fotoğrafı görmesini istemiyordu. Lavina’nın gözlerine, dudaklarına bir başkası baksın istemiyordu.
Şaşırmıştı elini uzatan adam. Yavaşça uzattığı elini yine yavaşça geri çekti, ve ellerini pantolonun cebine sokarak arkasını döndü, ranzadan uzaklaştı. Tabureye oturdu ve düşünmeye başladı. Acaba hangi suçtan dolayı buraya getirilmişti? Aklı başında birine benziyordu ancak aklı başında olan bir insan üzerinde hiç kimsenin olmadığı ufak kağıt parçasına neden gözlerini ayırmadan sürekli bakardı? Neden gizlemek isterdi hiç kimse görmesin diye ?
Keşke bilseydi Lavina’nın aslında hiç olmadığını..
Keşke bilseydi müebbet şafağının boşa sayıldığını …
Keşke hayat bazı insanların hayallerine ihanet etmeseydi , yada gerçekler hayaller kadar güzel olabilseydi. Keşke olmayan bir kadının hayali şizofreniyi tetikleyip katili çıkartmasaydı ortaya.. Keşke hayatta her şey mümkün olabilseydi.
Bütün hikayelerin mutlu sonu olabilseydi..
Hoş, bir gerçekte şuydu ki : Hikayelerin bile artık mutlu sonla bitmediği bir zamanda, gerçeklerin mutlu sonla bitmesini beklemek kalbe faydadan çok zarar veriyordu..