Doğum: 24.03.1995 Cuma namazı vakitleri
Göçkün bir yürek yeni tomurcuklanmıştı.Henüz farkında değildi insanların arasına karışmak nasıl bir şey.Kalabalıklarda yalnız kalmak farklı olmak nasıl da ötekileştirir insanı farkında değildi.
Rüveyda…
Rüveyda…
Rüveyda…
Kimdi bu aptal kız?Küçükken babasının meleğim diye sevdiği kızdı.İşte bu sebepten melek olduğunu zannederek kiraz ağacına çıkıp;
-Baba bak ben uçuyorum !
diyen kızdı.O gün ilk ve son kez dizleri kanamıştı.Ilık ılık akan o kanın başına türlü belalar açacağını bilse gerçekten melek olup sonsuzluğa uçmayı isteyebilirdi kim bilir…
Yağan yağmurları penceresinden izlerdi.Arap kızı olduğunu zannederek korkarak uzaklaşırdı pencereden.Teninin beyazlığını kaybetmek istemiyordu.Çünkü o beyazdı,melekti.İnsanlar hep onu iyi olduğu için sevecekti.Hep birlikte yenilen akşam yemeklerinde annesi ona tabağında pirinç taneleri kalırsa melekler ağlar diyordu.Melekler ağlar… O da üzülürdü on dokuz yıl boyunca tabağında pirinç tanesi bırakmadı.Şayet kalırsa iyiler üzülürdü.İşte bu dünyanın felaketi olurdu.Üç dört yaşlarında o soluk benizle kömür siyah saçlarla saklamıştı kendini evine.Pencereden bakardı mahallenin çocuklarına onların çamurdan yemekleri vardı,kumdan kaleleri,milyeleri vardı.Vardı işte var olmayası şeyleri… Gözlerinin buğusuna aldırmadan bakardı saatlerce hiç var olmayan kumdan kalelerine.Sabahları annesi uyanır uyanmaz kalkar,sofrayı kurmasına ve ev temizliğine yardım ederdi.Pencerelere yaklaşmazdı düşmandı onlar.Mevsimler geçerken hızla bir sürü şey öğreniyordu.Kış mevsiminde erkeklerin ördek avına gittiklerini görüyordu.En sevdiğinin yanında olmak için onun en sevdiği şeyi öğrenmeliydi.Tüfek kullanmayı, olta atmayı öğrendi.Evet, bildiniz babasıyla ördek avına gitti akşamüstleri,sabahları işlerini bitirip…
İlk okul zamanlarında öğretmen hep aynı soruyu sorardı.Bir gün yine anket dersi vardı.Süt beyaz kağıtlar dağıtıldı birer birer.Rüveyda’nın eliyle de buluşmuştu kağıtlardan biri.Bir müzikali andıran gülüşüyle konuşmasına başladı Emine öğretmen;
Evet çocuklar şimdi sizden bu kağıtlara ilerde ne olmak istediğinizi yazmanızı istiyorum.
Bedirhan parmak kaldırdı.Ve şöyle dedi;
-Öğretmenim ben ilerde gitarcı olucam olabilir miyim?
-Herkes ne isterse olabilir çocuklar
Rüveyda sabırsızlandı.O da parmak kaldırdı;
-Peki ya öğretmen de olabilir miyim öğretmenim?
Bütün sınıf gülüyordu.Oysa az önce dile getirilen şey küçük bir çocuğun kahkahayla boğulmaması gereken hayalleriydi.
Her gün mavi önlüklerini giyiyor, beyaz dantelli yakasını takıp okula gidiyordu Rüveyda.Dedesi kızlar okumaz demişti.Neden böyle demişti?Bir anlam verememişti.Hem böyle diyor hem peşinden cebine harçlık koyuyordu.Bu, sokakta kendine yer edinmiş dilencinin önüne atılan bozukluklardan hiçbir farkı olmayan bir harçlıktı…
Bütün kızlar çok güzeldi.Ve hepsi kalemi öğretmenin istediği gibi tutuyordu.Oysa Rüveyda’nın parmakları ne kadar da biçimsizdi şu tahta kalem üzerinde.Üstelik kızların saçları da her gün örgülüydü.Ben neden çirkin ve beceriksizim serzenişleriyle çantasıyla yolları süpüre süpüre geliyordu eve.Evet, bu onun en iyi yaptığı işti;süpürmek…Rüveydaların evinde her gün elektrikli süpürge çalışırdı.
Okuldan her dönüşünde kitapları ve defterleri hep uzaktı ona.Kalemi tutamıyordu tutunamıyordu ki nasıl alsın eline.Bari diyordu abimle oynarım bende.Hayatında öyle çok sokağa çıkışı yoktu.Futbol oynayan abisinin yanına kaçardı bazen.Merhamet dilerdi ondan.Beni de alın aranıza.Beni de…
Bir gün mahallenin bütün oğlan çocukları toplanmıştı yine.Toprak sahada paçalarına bulaşan o kırmızıyla ne kadar hoş görünüyorlardı.Top yola çıkmıştı.Rüveyda’nın yanına yuvarlandı.Dokundu topa.O topta bir çocuk dünyasının anıları vardı.Hiç içinde olmadığı dünyanın en kutsal şeyiydi ona göre.
-Heyy atsana topu !
-Şeyy, bende oynayabilir miyim ?
Oğlan kahkahaları birbirini okşuyordu.En yakışıklıları sıvadı kollarını ;
-Sende de bunlar olursa olur, dedi.
Rüveyda baktı kürdanı andıran cılız kollarına topu atıp kaçtı eve.O eve kaçtı.Çocukluğunu yiyip bitiren o eve…
Okulda yıl sonu etkinlikleri düzenleniyordu.Dans gösterileri yapılacaktı.Müdür Emine Öğretmene isteklerini bildirmişti bile.5/A sınıfı öğrencileri arasında bir grup kurulacaktı.Korktu Rüveyda Allah’ım ne olur öğretmen beni seçmesin ne olur ne olur…
-Rümeysa,Ceyda,Merve,Bedirhan,Mert,Rüveyda ! Yanıma gelin çocuklar
Öğretmenin masasına gitmek hep bir ayrıcalıktı.Ona yakın olmak, kitaplarını taşımak, tahtayı silmek başkaydı işte bu sınıfta.Kızların hepsi hevesle gitti öğretmenin yanına.Rüveyda dedi öğretmen Rüveyda ! Adını başkasından bu derece ürkütücü duymamıştı hiç.
Bütün bu öğrenciler okul çıkışı salonda buluşup dans için denenecekti.Rüveyda’nın gelmesin diye sevindiği o okul çıkışı gelmişti.Sahneye çıkanlara bakıyordu.Mert ve Bedirhan’dan takla atlamaları istenmişti.Nasıl da yetenekliydi bu oğlan çocukları.Kızlar çıktı sonra bir bir … Ne güzel kıvırıyorlardı bu öyle bir oynayıştı ki Rüveyda’nın asla oynayamayacağı tarzdan.Sıra Rüveyda’ya geldiğinde yavru bir kuşun yüreği gibiydi yüreği.Sahneye çıktı.Müzik başladı ama o oynamadı,oynayamadı… Ona babası öğretmişti ki böyle şeyler ayıptı.Sadece evde yapılabilirdi.İmam kızları diğer kızlar gibi olamazdı.Hep içinde kalan o gösteriye de gitmedi zaten.Ayakları okula gidemedi.Bunun yerine gözyaşları yastığını usul usul ıslatmaya başladı.
Sonrası yaz tatiliydi… Şanslıydı ki evlerinin beş penceresi vardı.Her biriyle başka bir yöne bakabilirdi.Birinden evcilik oynayan kızları,birinden top oynayan oğlan çocuklarını, diğerinden halı yıkayan teyzeleri,bir diğerinden hızlarına şaştığı arabaları görürdü.Sonuncu pencere onu anlatıyordu işte.O en sevdiği pencereydi.Birbirlerine aşk nameleriyle seslenen kuşları,yeşilden de öte yeşil ağaçları,ayak basılası çimenleri,gökyüzünde çivilenmiş gibi duran güneşi görüyordu.Bu pencereden güzel tatil mi olurdu.Olmazdı değil mi ?
Bir gün ev işlerinin ardından kömür siyahı saçlarını balkondan sarkıttı.Dışarısı ne kadar da dışarıydı.Rüzgara tara diye sunduğu saçlarını verirken abisini ve arkadaşlarını izliyordu.Hava bu kadar sıcak güneş bu kadar tepedeyken nasıl da bunalmadan oynuyorlardı o topla.Bir ıslık çaldı;
-Rüveyda ! Aşağı gel eksiğimiz var.
Dünyayı avuçlasa bu kadar sevinemezdi soluk benizli kız.Giydiği eteğe aldırmadan sokağa çıktı.Sokağa… Hani şu bu elektrik direkleri neden bu kadar yüksek nasıl kondular buraya,şu teyzeler neden bana bakıyor dediği sokağa.Kaleci eksikmiş.Turuncu çiçekli eteğiyle geçti kaleye.İki takım varmış.Ben abimin düşmanı olan takımdanmışım diye mırıldanırken endişeliydi.Ve toplar gelmeye başladı.İlki yüzüne geldi ne kadar da acıtıyormuş diye geçirdi içinden.İkincisini elleriyle yakaladı.O kalem tutamayan elleriyle…
Yoldan yirmili yaşlarda iki genç geçti.Onlar yukarı ki mahallenin parmakla gösterilen oğlanlarıydı.
-Abi kaleciye bak !
dedi sarışın olan.
– Eteğe bak eteğe !
Herkes severdi onları ama Rüveyda sevmedi onların gülüşlerini.Üzerine baktı.Babaannesinin diktiği o turuncu çiçekli etek kırmızı toprağa bulanmıştı biraz.Üstelik cebi de vardı ne güzeldi… Beyaz ellerini toprağa bulamıştı.Ellerinde oğlan çocuklarına ait o top vardı.Attı topu ve eve gitti.Bu iyi değildi içinde bir yeri sobaya değmiş gibi yanıyordu.
Temizlenip yattı mağaraya benzettiği ranzasına.Zaten bir tek orasıydı sığınağı.Ne zaman içi acısa söz verirdi.Bir daha asla o sokağa çıkmayacağım…
Babasıyla balığa gitti ertesi gün.Bir kova, bir olta… Benim babam herkesten daha güçlü diye düşünüyordu onun kalın kollarına bakarken.Oltada bir hareketlenme başlamıştı.Geriye çekti oltayı gözlerine dünyaları saklayan adam.Birkaç balık çırpınıyordu.Yeme beni Rüveyda! Yeme, yeme…
-Hadi kızım al balıkları kovaya.
-Baba almasak hem bunlar çok küçük doyurmaz ki bizi
-Korkuyor musun yoksa ?
-…
Derken babasının dudağının kenarına hiç gitmeyecekmiş gibi asılı kalan o gülümseme yapışmıştı.Kum tanelerinin en küçükleri ayak parmaklarının arasına girme yarışı yapıyordu.Güneş şatafatlı tahtını denize bırakmıştı bugün.Babasını izliyordu.Deryalar kadar güzel olan babasını.O an aklında olan tek düşünce biz herkesten başkayız,başkayız,başka…Utanmasa ben babama aşığım diye haykırabilirdi.Yaşın ne önemi vardı o sadece bir rakamdı hani şu kaybetmememiz gereken erkeklerde mavi, kadınlarda turuncu kağıtlara yazılı olan…
Artık orta okula başlamıştı Rüveyda.Büyüdün diyorlardı hiç çocuk olamadığını anımsatır gibi.Yeni bir komşuların da olmuştu bu yıl.Üstelik kızları da vardı.Trabzonlu olan bu ailenin Rüveyda’ya en büyük hediyesi Figen ablası olmuştu.Tüm o acınası mutluluklarını, yitik hayallerini anlatabileceği biri vardı artık hayatında.Şu oğlan çocuklarıyla başa çıkmanın yolunu da gösterebilirdi belki.
-Saçlarının rengi ne de güzel tatlım
-Bilmem kömür gibi mi sahi?
-Yaa demek kömüre benzetiyorlar
derken o da Emine öğretmenin müzikaliteyi andıran ses tonuyla konuşuyordu.İşte bundan sebep tarih attı günlüğüne ‘bugün bir ablam oldu’ yazdı.Bir gün birileri okusaydı bu günlüğü çocukça yazılmış birkaç cümle diye nitelendirebilirdi.Fakat o defterde üstü kapalı yazılmış bir çocuğun yalnızlığı anlatılıyordu.
Artık okula gitmekte kulağa hoş gelmeye başlamıştı.Okula gidecek ve hemen dönmeye çalışacaktı Rüveyda.Onu evde bekleyen bir ablası vardı.Çok bekletirse ayıp olurdu.Babası öyle söylemişti.Birini çok bekletmek hoş değildir.
Bir öğlen arası Rümeysaların ip atlayışını izliyordu.Gözleri kaldırım taşlarına kaydı.Onlarca ayak eziyordu da nasıl anıları olmuyordu bu taşların.Ah dedi dilleri olsada konuşsalar benimle.Tanıdık bir ses dağıttı hülyalarını.
-Rüveyda hadi bize katıl !
Katılırım katılmasına ama ip atlamadım ki hiç diyemezdi.
-Hava çok sıcak ama …
Herkes gözünü üzerine dikmişken kaçamazdı , saklanamazdı.Öyle bir peki dedi ki dünyanın bütün kahrını sırtlanmıştı sanki.Ceylan yavruları gibi seken o güzelim kızların arasına girdi.İşte o an olmayası bir şey oldu.Terleri üzerinde tüten maçtan dönen oğlan çocukları da girdi ortaya.
Bir kere çevrildi ip, takıldı Rüveyda…
İkinci kez çevrildi ip, takıldı Rüveyda…
Üçüncü kez çevrildi ip, takıldı Rüveyda…
İki kelam edeceğim hevesiyle bir genç kızın gururunu kırdı Mert ;
-Kızım beceriksizlikte başı çekersin sen !
Umutlarını geride bırakarak hızla koştu Rüveyda.Sınıfın dördüncü katta olmasına aldırış etmeden koştu.Kendisine gülen yüzleri geride bırakmıştı.Başını yasladı iki kolu arasına, derin bir nefes aldı ve kendine sarıldı.Sınıf kapısı aralandı az sonra.Yürüyordu Mert …
-Sulugöz bizden kaçabileceğini mi zannettin su-lu-göz! su-lu-göz !
Etrafını büyük bir insancık ordusu kuşatmıştı.Kalsa kalamazdı kaçmaktı iyisimi burdan.Anlık bir hışımla kalktı Rüveyda ;
-Sen aptal bir oğlan çocuğusun !
Suskunlukları ardında bıraktı.Dört katı bu kez sırtında çantasıyla inmeye başladı.Koridorda bir sesleniş ;
-Rüveyda !
Yukarı bakmasıyla Mert’in bir şişe suyu boşalması bir oldu.Bir adım daha atamadan kömür siyah saçlar soluk tenine hiç gitmeyecekmiş gibi yapışmıştı.Üstelik gözlerindeki çiğ tanelerine de aldırış etmemişti.
Şaşkındı…
İkinci katı da inmişti tüm ıslaklığına aldırmadan mağarasına gitmeliydi ya da ablasına, ablasına koşmalıydı evet.Emine öğretmene çarptı.Kitaplar yere düşerken iki göz birbirine kavuşmuştu.
-Rüveyda ne oldu kızım ? Kim yaptı bunu ?
-…
-Rüveyda çabuk söyle !
-Mert…
Bu onun üç gün boyunca söyleyebileceği tek söz olmuştu.Emine öğretmeni kime sorsanız ‘yoksa çocuğunu onun sınıfına mı vereceksin sakın verme eli çok sopalı’ der.Fakat işin aslı doğuştan hasta bir çocuğun Emine öğretmene türlü oyunlar oynamasıyla başlar.Kötü bir namı olur gençliğinden bir şey kaybetmemiş ve yalnız yaşlanmakta olan kadının.
Üç gün boyunca ateşler içinde yatmıştı Rüveyda.Annesine göre serinlemek için su dökmüştü başına hasta olmayı hak etmişti anlayacağınız.Babasıysa herkes uyuduğunda gelirdi kızının başına.Rüveyda uyumasa bile uyumuş taklidi yapardı çoğu kez.Eğer uyusaydı nasıl duyardı babasının şevkatli sözlerini.Melek kızım derdi ve saçlarında gezdirirdi ellerini.Bir an varsa dünyada kalınmak istenen işte Rüveyda da tam bu anda kalmak isterdi.Kızını öper ve öyle yatardı baba.Bir baba kızını öpmeden nasıl uyuyabilirdi ki?Rüveyda’ysa babasının en son yaptığı şeyi bilmenin mutluluğuyla kapatırdı gözlerini…
Biraz iyileşince Figen ablasına anlattı her şeyi.Ondan bir teselli vermesini bekledi ancak hiç de verecek gibi değildi.Sonra gel dedi yaklaş… İşte her şey o an başladı.Birinin kollarında teselliyi tattı Rüveyda.Kaç yaşında olursa olsun sarılmak öylesine anlamlıydı o günden sonra onun için.Belki de hayatında hiç anne-kız konuşması yapmamıştı ama ablası olmayan birinden abla-kardeş konuşması dinlemişti çok kez…
Ertesi gün öğretmenden telefon geldi piknik haberi için.Üstelik Mert’in de söyleyecek birkaç şeyi varmış.Figen ablasına koştu Rüveyda hayatının dönüm noktası için.Bir şeyleri değiştirmek ve hayatının monotonluğuna karşı çıkmak için bir şans vardı elinde.Abla dediği yaptı ablalığını.Önce yıkadı Rüveyda’nın saçlarını birbirini ıslatma senfonisiyle birlikte.Ona şarkılar söyleyerek okşayarak kuruttu,taradı ve düzleştirdi saçlarını.Örgü de neymiş dedi şimdi bambaşka bir kız olacaksın.Benim için zaten güzelsin madem fark edemiyor sınıftakiler o halde bizde fark etmelerine yardım ederiz.
Dizlerinin tam üzerine merhaba diyen bir kot etek giydi.Üzerindeki beyaz tişört senden beyaz olmam gerek der gibiydi.Son olarak Figen ablası sadece özel günlerinde giydiği o pembe pelerinini giydirmişti.Saçlarını savurdu.Beline kadar olan kömür siyah düz saçlarını.Ve sonra devam etti;
-Bugün saçlarını savur kızım.Bugün gün senin şaşırt onları.Arada kullandığın o güzel cümlelerini bol bol kullan.Gün senindir !
-Teşekkür ederim her şey için.
Gözleri ablasının gözlerine teşekkür duaları eder gibi bakıyordu.Ardından yola koyuldu.Apartmandan çıkarken bahçeden geçiyordu.Güller Rüveyda için açmış gibiydi sanki.Kuşlar kıskandı mı saçlarımı diye düşündü.Gün güzeldi,güneş yakmıyordu.Hafiften esen bu rüzgar taramaya çalışıyor saçlarımı biliyorum.Dokunmayın sakın ha bozulur diyordu Rüveyda bozulur…
Apartmandan çıkmış yol kenarından usul usul yürümeye başlamıştı.Islık duydu ve döndü. Figen ablası balkona çıkmış ;
-Seni seviyorum.Sakın ıslık çalanlara bakma.
İşte dünyanın başını döndüren iki kelime ‘seni seviyorum’.Ne kadar içten ne kadar s’li.Gülümsedi Rüveyda.Başını hafifçe eğip devam etti yürümesine.Yol camiye yaklaştıkça korkuları artıyordu.Ya babası bu halde görseydi onu.Acaba kızar mıydı yoksa saçlarını mı okşardı yine?Utandı, az sonra babasının cemaatinin önünden geçecekti.Avuç içleri terledi.Yutkundu tamamdı işte geçmişti.Ferahlatıcı rüzgardan bir tadım nefes aldı.Yürümeye devam etti…
Piknik alanına gelmişti.İçinden sakin ol kızım sakin ol haykırışlarıyla avutuyordu kendisini.Rüveyda yürüdü rüzgar esti.Uçuverdi pet bardakların hepsi.Bütün sınıf Rüveyda ‘ya bakıyordu.Kızlar hep bir ağızdan ‘ Rüveydaaa ! ‘dedi.Elleriyle yokladılar örgülü saçlarını.Saçlarımı hiç bir zaman örmedi annem ama artık düzleştiren bir ablam var edasıyla ;
-Merhaba kızlar !
dedi Rüveyda.Sesinin tonu haber spikerlerinin o mutlu ama ciddi namelerine bürünmüştü birden.Tanıyamadı kendisini.Emine öğretmenini gördü.İdeallerindeki kadının yanına gitti.
-Nasıl oldun kızım hastalık yaramış gibi duruyor ?
-İyiyim teşekür ederim öğretmenim siz nasılsınız ?
-Bende iyiyim canım hoşgeldin aramıza.Bir daha öyle çekip gitmek yok anlaştık mı ?
-Anlaştık…
Bunu söylerken bile alnına yazılmıştı hep kendinden yaşça büyük olan insanlarla anlaşmak.Etrafa yeni doğan bebek aydınlığı saçarken Ceyda geldi yanına.
-Mert, Mert seni çağırıyor böğürtlenlerin oraya bak !
-Tamam.
Bazı tamamlar kabülleniş bazılarıysa kabül ettirişti.Rüveyda yürüdü toprak sustu.Rüveyda yürüdü çimler sustu.Rüzgar sustu. Rüveyda Mert’in yanına geldi.
-Geçen olanlar için özür dilerim hastalanmışsın iyi misin ?
-İyiyim.
-Özür dilerim sana öyle dememeliydim.
-Aptal oğlan çocuğu olmayacaksan bir daha o zaman bir şeyler dileme hakkını gör kendinde.
-Özür dilerim aptal oğlanlardan olmayacağım barıştık mı ?
-Barıştık
-Hadi o zaman gidelim senle konuşmaya sabırsızlanıyor millet.
Mangal hazırlığı tamamlanırken boğulmuştu insan selinden Rüveyda.Az ilerdeki parka gitti.Şanslıydı salıncaklar boştu.Ayakkabılarını çıkardı yavaşca.Çoraplarını da katlayıp içine doydu.Kenarı dantelli çoraplarını annesi böyle görseydi Rüveydanın tatlı yasağının fermanı olurdu bu.Ama ablası bugün gün senin demişti.Her şey serbest demektir bu.
Sıcak kum tanelerine bastı.Zirveye tırmanış gibiydi hayalleri okşadı tenini, tuttu ellerinden.Vardı salıncağına.Eteğine de aldırmadı , günün güzeli benim diyen güneşe de.Hızlandıkça hızlandı.Artık bozulacak korkusu kalmadığı saçlarını allayıp pullayıp sundu rüzgara.Telli duvaklı güneş kızıydı artık Rüveyda.Her yükseğe çıkışında güneşin yüzünü yaladığını hisseder daha da yukarı çıkmak için daha hızlı sallardı kendisini.Etekleri havalandı saçlarına inat.Zaman dursaydı işte tam bu anda durmalıydı.
-Güneş mi daha güzel sen mi?
-Bedirhan ?
-Sen…
Durdu o büyülü salıncak.Ellerine aldı ayakkabılarını.Koştu; evine koştu, Figen ablasına koştu.Mağarasına attığında kendisini kenarı dantelli çorabının teki yoktu.Olan tekini yatağının altına sakladı günün anısına.Nerde düştü diye düşündü sonra gülümsedi ay gibi oldu yüzü.Günün anısına feda etti kenarı dantelli çorabının tekini.Bir hafta tatlı yemese de olurdu hayatı bu kadar tatlanmışken…