“O daha çocuk, öyle şeyler söyleme yanında. Sabahtan beri iki lokma yemek yememiştir zaten. Saatlerdir evin içinde, o kapının önünde oturuyor. Sadece kapıya bakıyor. Oturmuş oraya, asmış suratını bekliyor. Hiç kıpırdamadı. Böyle yapmazdı aslında, daha önce hiç böyle görmemiştim onu.”
Anneannesi geldi yanına. Bir şeyler sordu en tatlı tavrını takınarak, cevap vermedi çocuk. Omuzlarıyla “hayır” dedi yalnızca. Dudağını büzüştürmüş bir şekilde kapıya bakıyordu. Annesi geldi sonra, yavaşça yanına oturdu. Sarı saçlarını okşadı önce, sonra kucağına aldı. Kucağına alırken çocuk hiç sesini çıkarmadı. Yavaşça annesinin koynuna sokuldu. Annesi gözlerine baktı. Soru sormasına gerek yoktu. Anneler her şeyi gözlerden anlayabilen varlıklardı. Ardından içeri gidip bir yastık ve ufak bir battaniye getirdi. Yastığı üşümesin diye poposunun altına sıkıştırıp onu battaniyeye sardı. Ne yaparsa yapsın kalkmayacağını biliyordu; ama üşümesine izin veremezdi.
Yıllar sonra ben de oturdum o çocuğun yanına, aynı kapıya bakmaya başladık. Bana anlatacakları vardı; ama bekliyordu. Bir ruh gibi sadece bekliyordu. Belki de beni hazırlıyordu en büyük korkumla yüzleşmeye. Ya kapı hiç çalmazsa?
Üzerinden saatler geçti, 5 yaşındaki çocuk hala kapının önündeydi. Kılını bile kıpırdamamıştı. Karnı açtı, yorgundu; ama vazgeçmiyordu. Sonra aniden kapı çaldı. Saatlerdir hareketsiz duran çocuk bir anda battaniyesinden sıyrılıp kapıya doğru koştu. Boyu zar zor yetiyordu kapıyı açmaya; ama bir şekilde başardı kapıyı açmayı. Gelen, beklediği kişi değildi. Kapıda kimin olduğunun bir önemi yoktu o an, sadece “O” değildi. Arkasını dönüp odasına doğru koştu. İçeriye kapanıp sesli sesli ağlamaya başladı. Arkasından annesi, abisi, anneannesi, hepsi gelmişti; ama fayda etmiyordu. Kimse çocuğu yatıştıramıyordu. Ufacık masum bir çocuğun bütün hayalleri, bütün umudu ufak bir zil sesiyle yok olmuştu. Dünya nasıl buna izin verebiliyordu? Yatışınca tekrardan yerini aldı. Vazgeçmeyecekti. Orada, o kapının önünde, o gelene kadar bekleyecekti.
Bana ne anlatmaya çalışıyordu bu çocuk? Ne öğretmeye çalışıyordu? Belki de en büyük dersimi tutkulu, beş yaşındaki bir çocuktan almak üzereydim. Yoksa… Yoksa bu çocuk bana sevmeyi mi öğretmeye çabalıyordu? Ne olursa olsun ayakta kalıp savaşmamı ve umudumu asla kaybetmemem gerektiğini mi söylüyordu bana karşıma geçmiş? Ne yapıyorsun sen çocuk? Nasıl yapıyorsun bunu? Daha beş yaşındasın ve ben… Ben senin kadar güçlü müyüm?
Sonunda kapı çaldı. Çocuk, tekrar kapıyı açtı. Karşısında gördüğü babasıydı. Hiç durmadan koşup babasının kollarına atladı. Sıkı sıkı sarıldı ve kokusunu içine çekti. Saatlerdir yemek yemeden kapıda onu bekliyordu. Babası 3 gündür evde değildi. Babasının kucağında, artık gülüyordu. Dönüp bana baktı. Babamın gençliğinde kucağında pek güzel durduğumu farkettim.
Beni mahvettin sen çocuk. Sen ne yaptın? Bu dünyaya hazır mısın sen artık? Öyle mi zannediyorsun? Korkmuyor musun? Yüzüme bakıp sırıtma öyle, ben istemiyor muyum o günler geri gelsin? Ben istemiyor muyum tekrar koşayım abim peşimde, annem ve babam bize gülerken ya da ben özlemez miyim saat altı buçukta çalan kapıyı açmayı ve babamın kucağına atlamayı? Durma orada, in aşağıya diyorum sana. Hayat sana güzel tabii. Dışarıda insanlar böyle mi zannediyorsun? Seni kendinden daha çok seven insanlar mı olacak hep yanında? Ben istemez miyim her sabah babamın öpüşüyle uyanmayı? Ben istemez miyim her akşam beraber yemek yiyelim benim haylazlıklarımın konuşulduğu masada? Ben istemez miyim her gece sabaha kadar abimle muhabbet edeyim? Alışma çocuk. Çok canın yanacak, alışma. Bu kadar sevme, yanarsın. Ağlattın beni, in diyorum oradan! Dışarıda hayat böyle değil! İn oradan…
Büyüme çocuk. Hep orada kal. Kaç yaşına gelirsen gel, o kucaktan sakın inme ve onları sevmeyi asla bırakma. Çok özleyeceksin…