Bölüm 7: Karne Günü!
1998 Haziran’ ı!
Okulda bir sene daha bitmişti.
Bugün karneler dağıtılacak, çocuklar özgürlüğe kavuşacaktı. Sanayi mahallesindekiler hariç! Onlara göre yaz tatili; atölye, usta ve menemen çıkmazıydı!
Belgin, bahçede pazar arabasını yüklüyordu. El işi oyalar, renk cümbüşü lifler, desenli yazmalar, iç çamaşırları… Numan, ayakkabısını giyip bahçeye çıktı. Arkadaşları motorlarıyla gelecek, birlikte okula gideceklerdi. Pazar arabasına baktı.
“Biz evde don bulamıyoruz, sen pazarda don satıyorsun.”
“Ee?”
“Bunda bir terslik yok mu?”
“Lâzımsa al!”
“Gerçekten mi?”
“İkisi beş lira?”
“Ne?”
“Hadi dört olsun! Sen yabancı değilsin.”
Yaklaşan motorların sesi kulak tırmaladı. İkisi de evin önünde durdu. Hacı ve Süleyman aynı motora binmişti. Orhan, motorundan indi:
“Günaydın Belgin teyze!”
“Günaydın çocuklar!” Numan arkadaşlarına çıkıştı:
“Nerede kaldınız?”
Süleyman:
“Bizimkilerden para koparmak biraz zaman aldı da!”
“Ne parası?”
Hacı:
“Karne parası!”
“Ne kadarmış?”
Orhan:
“Beş kayme!”
Numan’ ın para istemesi gerekiyordu! Evden para almak o kadar da kolay değildi. Üstüne kâr koyup şansını denedi.
“Anne! Karne parası istiyorlarmış.”
“Ne kadar?”
“On lira!”
“On lira mı? Yapma ya!”
Belgin’ in eli ayağı titredi! Oğlunun suçuydu. Bir anda söylenecek laf mıydı bu? Çare yoktu. Belgin, ön bahçeyi dolaştı. Salonun camını tıklatıp Hasan’a seslendi.
Gâvur Hasan!
Dedeleri, zamanında Gürcistan’ dan göç ettiği için bu lâkabı almıştı. Hasan, perdeyi aralayıp pencereyi açtı.
“Ne var?”
“Okuldan yirmi lira karne parası istiyorlarmış!” Üstüne kâr koymayı unutmamıştı!
“Yirmi lira mı? Maliyeti ne bunun?” Al, bir şok daha! Kapıdaki çocuklara döndü.
“…Pazarlık yapmadınız ulan?”
Hacı:
“Yaptık!”
“…Biz hep geliciyiz demediniz mi?”
Süleyman:
“Dedik!”
“…Yabancı değiliz! Yap bir güzellik demediniz mi?”
Orhan:
“Vallahi Hasan amca, onlara da gelişi buymuş. Kâr etmiyoruz diye yemin ettiler!”
Hasan, kaçamayacağını anladı. Bir tarafta oğlunun eğitim hayatı, bir tarafta gıcır yirmilik! Zor bir karardı. Çocukların tatil olacaklarını hatırladı. ‘Bunun acısını atölyede çıkarırım!’ diye düşündü. Bir onluk ve iki beşliği Belgin’ e uzatıp camı kapattı. Anne- oğul, parayı bölüştü.
Belgin:
“Allah bereket versin!”
Numan bahçeden çıkarken kardeşi önünü kesti.
“Ne var?”
Yalçın:
“Güzel oyun, aferin!”
“Sana ne?”
“Yarısını vermezsen her şeyi öterim!”
“…”
Aralarında beş yaş olmasına rağmen abisini elinde oynatıyordu. Numan, ekmeğinden olmak istemedi. Beşliğin birini Yalçın’ a uzattı.
“Al sıpa al!”
“Oh! Sabah siftahı.”
”Kime çektin anlamadım ki!”
Numan, kalan beşlikle Orhan’ ın motoruna bindi. İki motor toz kaldırarak okula yollandı. Yol boyunca iyi karneler için birbiri ardına dua ettiler. Zaten bir öğrenci kaç şey için dua ederdi ki?
Okula geldiler!
Motorları susturup indiler. ‘Bir hikmeti vardır’ diye kapıdan sağ ayakla girdiler.
On dakika sonra! Ellerinde karneler, yüzleri asık şekilde kapıda göründüler.
Hacı:
“Al işte! Geçen senenin aynısını verdiler. Adağım da bir işe yaramadı!” Dört arkadaş, kaldırıma yan yana dizildi.
Süleyman:
“Hikâyeyle, romanla uğraşmasak, edebiyatta kırık gelecek. Bir o beş!”
Numan:
“Benim de sadece resim iyi gelmiş!”
Orhan:
“Bende de bir biyoloji iyi! Fasulye deneyi gibi üretici deneyler olmasa iyice battık.”
Süleyman:
“Sen ne anlarsın yeşil fasulyeden, bilimden!”
Orhan:
“Öyle deme! Toprakla uğraşmak bayağı kârlıymış! Güneşini, suyunu veriyorsun; geriye toplaması kalıyor!” Hacı, kahkaha atarak karnesini salladı:
“Ha, hayt! Benim de din ile müzik iyi gelmiş! Sizden daha zeki olduğum belgelerle kanıtlandı.”
Numan:
“O, hocanın marifeti! Sırf adı Hacı diye, karneye beş verilir mi? Çocuğun, sadece ambalajı iyi o kadar!” Süleyman, iki dersin de beş gelmesine şaşırdı:
“Müziğin nasıl beş düştü?”
Hacı:
“Koroda olanlara direk beş düşüyor canım!”
Çocuklar notları tartışırken, okul müdürü çıkageldi.
“Evet çocuklar! Yine bir dönemi bitirmiş durumdayız.” Öğrencilerinin başını okşadı. “… Unutmayın ki, biz bir aileyiz!”
Orhan:
“Aha! Aidatları isteyecek galiba!” Müdür, Orhan’ ın ensesine yapıştırdı:
“Ne alakası var ulan?”
Numan:
“Vallahi alışkanlık oldu hocam. Siz ne zaman ‘biz bir aileyiz!’ deseniz; Pavlov’ un köpeği’ nin komut alması gibi elimizi cebimize atıyoruz. Ne çıkarsa size veriyoruz!”
“…”
Herkes şaşkındı! Numan ‘Pavlov’ un köpeği’ ni cümle içinde ilk kez kullanıyordu. ‘Acaba, gizliden kitap mı okuyor?’ diye düşündüler.
Müdür:
“Abartmayın! Ufak tefek şeyler bunlar.” Süleyman hızını alamadı. Katlayıp cebine koyduğu kravatı çıkardı.
“Numan haklı hocam! Dönemin başında, kürsüden ‘müdür baba yarısı, amca da diğer yarısıdır’ dediniz, şunlara onar lira verdik.”
Müdür:
“Konumuz bu değil! Karnelerinizin ne hâlde olduğunu biliyorum.
“…”
“Sanayiye gidince ‘Yok, hoca bana taktı! Yok, şu kadar puanla teşekkürü kaçırdım! Yok, hoca başka takımı tutuyormuş’ deyip arkamızdan sövdürmeyin!”
Hacı:
“Aman hocam, olur mu? Siz baba yarısısınız!”
“Hadi oradan, şerefsizler! Ne zaman karne günü gelse, anacığımın kulakları ciğer gibi kırmızıya kesiyor.”
Müdüre hak verdiler! Önceki karneleri sanayiye götürdüklerinde, atölyelerden yükselen nağmeleri hatırlayıp cevap vermediler.
“…Neyse, sizi tutmayayım. Babalarınızın elleri kaşınıyordur. Bekletmek olmaz. Duyduğuma göre stres atacak çırak lazımmış!”
Müdürün keyfine diyecek yoktu! Sanayiye gitmek istemeyen gençler, oyalanmaya çalıştı.
“…Hadi, gidin artık! Boşaltalım burayı. Kapatmayalım tezgâhın önünü.” Öğrencilerine tekme savurarak gitmelerine yardımcı oldu. Çocuklar, motorlara binip uzaklaştı.
—Sonraki Bölüm—
‘Sanayi!’
Yasin Numan Yılmaz