”…Ver bana düşlerimi, ver bana eski gülüşlerimi…” diye başladı gece.
Elde bira şişesi, ağızda sigara; dilde şarkı, gözlerde aynı adam.
Hani o hep gelmiş gibi gözüken, ama aslında hiç gelmeyen…
Gevşemiş ağız, dilde hep aynı soru; ”Madem sevmiyordun, neden alıştırdın beni kendine?”
Neden yalnızlığı en yakın arkadaşım yaptın?
Pekala daha iyi arkadaşlarım olabilirdi. Şöyle sırtımı dayayabileceğim, sarılıp ağlayabileceğim cinsten.
İlerliyor gece.
Bu sefer ”Her şeyi al, bana beni geri ver bir şansım olsun.” diyor radyodaki.
Söylenenler değiştikçe, sorularda değişiyordu elbet.
Sıradaki soru ”Hiç mi sevmedin?” oluyor bu kez.
Ben seni yorulmadan, her an gelecekmişsin, bu kez gerçekten gelecekmişsin gibi beklerken sen oyun oynayan çocuklar gibi ”ce-ee” diyip gittin.
Her geliş-gidişinde bir parça daha aldın benden, biraz daha eksilttin, biraz daha yordun.
Hep vardı bahanen, tükenmezdi onlar sende.
Daralmak olurdu bir gün, diğer gün soğumak, böyle yapamamak…
Kalman için binlerce neden sayabilirdim oysa ben sana.
Mutluluk gibi, hiç yaşamadığın kalp atışları gibi.
Sırf adını duymamla yaşadığım heyecanı görmek için bile kalabilirdin.
Buna değerdi, değerdim.
Gitmek için sebep aradığın kadar, kalmak için arayabilseydin eğer mutlu olabilirdik.
Ve o mutluluğun, bugüne kadar yaşadıklarına benzemediğini görebilirdin.
Ama kaçtın.
Yine!
Benden değil, sen mutluluktan kaçtın!
Ödün koptu mutluluğunun sebebinin ben olmasından.
Ne yaptım ben sana, hiç bulamadım bu sorunun cevabını.
Sanırım bulamayacağım da…
Bilmediğim bir dilde atıyor çünkü senin kalbin.