Bu manzaranın eski güzelliği yok artık. Hiçbir şey eskisi gibi değil. Ağaçlar yaşamdan yılmış yaprak dökmüş, karıncalar artık toprak altında, denizin o eski sakinliğinden şimdi eser yok. Tüm doğa küskün hayata, şehirleri saran yalnızlık öyküsü kitaplara sığmayan türden. Artık anlamı bilinmeyen yüzler kaldı geride, tanımsız ve bir o kadar da kendini betimlemekten yoksun. İlaçların yeni dolabı masamın üzeri oldu. Ne zaman bitecek bu kış, ne zaman yaz geri döner o günler tekrar geri gelir? Sabahların hâkim olduğu günler geride kaldı çoktan. Şimdi günlere gecelere hâkim ve gündüz hep mağlup oluyor. Karanlık odanın aydınlattığı gece lambası, soğuk odayı ısıtan sigara dumanı…
Uzun bir süre sonra uzak diyarlardan eve geldikten sonra içimde oluşan bana ait olmama hissi, anlamı ya hayal kırıklığı ya da yıllardır yanılmış olmanın verdiği mutsuzluk. Benimsenen dört duvarın bile yabancılaşması aslında sahip görünen onlarca şeyin gözümdeki değeri birden kayboluveriyor. Peki ya geçmiş? Geçmiş, orada, bir yerde duruyor. Geride kalıyor ama yok olmuyor. Duvarlarda izi kalan o geçmiş, geride kalan diğerleri gibi bir kenarda artık. Bu anın yaşanması onu hep geriye itekliyor, itekledikçe daha da biçimsiz bir hal alıyor. Aslında hayat da zaman gibi, birkaç tarih ya da isim hayatı tanımlamak için yeterli gelmiyor. Yaşanmışlıklar, caddeler, sokaklar, renkler, sabah doğan güneşin ilk ışıkları, gecenin karanlığına karışan kahkahalar, adresler, gülüşler, sayısız ayrıntı ortaya çıkıyor hatıranın derinlerinde.
Gecelerim yağmura emanet bu kış günlerinde. Defterim sahip çıkıyor aklımdaki kurgulara. Başlaması kolay bitirmesi zor olan düşüncelerin ağırlığından kıvrılıyor kâğıtlarım. Hissediyor musun yağmuru, dokunmak, hissetmek… Bir dinlesen, sen de seversin yağmurlu geceleri.
Mevsimsiz Sohbet’ten
https://twitter.com/arpaslanbudak