Hayat bazen çıkmaza sürükler hepimizi. Çoğumuzun bir gecede değişir hayatı, bir gecede yıkılır umutlarımız, bir gecede ayrılır sevenler, bir gece tek bir gecede başlar hikayemiz. Kimisi korkarak satar bedenini, umutlarını yeniden filizlendirmek için. Bazıları sona çoktan gelmiştir. Beyoğlu’nun arka sokaklarında, kimisi de yepyeni bir maceray yepyeni, bir sayfayı orada açar.
Yepyeni bir macera…
Acıma duygusu nedir? Ön yargılarımız mı daha kuvvetlidir? Yoksa ön yargılarımız yüzünden mi acırız acizlere? Bu soruları hiç sordunuz mu kendinize? Cevap basit, hayır! Ben de sormamıştım aslında sizin gibi kendime bu soruyu, ben de dikkat etmemiştim sokakta fahişelik yapan kadınlara. Hatta kızardım onlara bu yolu seçtikleri için. Empati yapamazdım onlarla. Belki de kendimi onların yerine koyduğum zaman onların çektiği acıları çekmekten korkardım…
Ama bir gecede değişti düşüncelerim; bir gecede çarptı hayat yüzüme acı gerçekleri. Onların içinde kopan fırtına beynime hükmedercesine aktı. Bir kadının acı feryatları sardı etrafimı. Gözlerinin derinliklerindeki korku iliklerime işledi toplumun baskısı inceden. Kaybolan bedeni gördüm. Çekip almak istedim, onu kurtarmak istedim. On altı yaşındaki bedenim çivilenmişti kaldırımın köşesine. Adım atamadım, ne ona ne de geriye. Gözlerimin önünde yitip gitti bir hayat.
Toplumun dışladığı insanlardı onlar. Evden kaçanı, doktoru, öğretmeni, anne olanı, hamilesi, travestisi… Kısacası bu hayatla bir bağı olup da içine giremeyen insanlardı. Onlar sesizlikte boğulmaya mahkum edilmiş görürken kör, duyarken sağır, konuşurken dilsiz olanlardı. Kandırılan, hata yapmamak için çırpınırken hata çukuruna düşenlerdi onlar, bizim görmezden geldiklerimizdi.