Tek bir cümlenin yükleminde takılı kalmak ve ilerleyememekti ironi. İlerlemeyi göze alacak cesareti bulup geçmişin gölgesinden korkmaktı hiçbir şey yapamamak. Sözcüklerin, olasılıkların ya da hayallerin verdiği özlemden kurtulmanın kolay olduğu yer ancak, aklımda başlayan her şey, burada son bulmalıydı.
Sessizlik, işte en kötü yanı buydu; anlatılamayacak kadar yok, hissedildiği kadar vardı. Başkalarına hiçbir zaman anlatılamayan o sessizlikte yaşananlar önemsenmesi imkânsız bir süreklilikte hız alıyordu. Ama nasıl olsa bir biçimde ilerleyecekti. Bir an gelecekti bir de, o çok sevilen, her an içinde yaşanılan geçmişin çeşitli biçimlerde anlamlandırılmış, geçmişin baştan kurgulanabileceği o yerle buluşacağı bir an. Bir an ama etkisi her zaman sürecek bir an.
Eskiye ait o görüntüleri, akılda kalan ne varsa durup dururken anımsanırdı tekrar tekrar. Nerede başlayıp, nerede biteceği bilinmez bu gerçek, hayallerimin nedenini oluşturan başlıktı bu, duvarlara karaladım bunları, gündüz okunmaz, ışıkta fark edilemiyor.
Hayatın bana getirdiklerini görmek için aynanın karşısında bir kere daha geçtim. Eskiden aynaya baktığımda seni görürdüm. Her seferinde daha da farklı anlamlar çıkaran, aynanın karşısında ne görürdüm de saatlerce orada öylece dikilirdim, o sarhoşluk anlarını şimdilerde hatırlayamıyorum o anları Sen birisini hiç böyle sevdin mi? Aynaya bakıp da onu gördüğün… Şimdi sadece hayattan yenik düşen birisini görüyorum. Varsayımların aldanmalara yenik düştüğü bu akşamda tükenemeyeceğimi sandığın bir izleğin ve sonuçlarını bile bile göze aldığım bu sakıncalı serüvenin izini sürebilmek için gerekli, küçük ölümlerle sessiz sedasız gözden kaybolmaktı. Ben kendime yeni aldanmaları yaşayabileceğim, beni yaşamaya zorlayan hikâyeleri, insanları, hayalleri, hayalleriyle büyüleyen onları konuştuğum eşsiz anlar…
Mevsimsiz Sohbet’ten