Kalem parmaklarımın arasında uyuştu. Ne zormuş kelimelere anlatmak seni! Ne zormuş bir babaya yazmak yüreğini!
Annemin ilk gebeliğinde hep dua edermişsin bir kızım olsun diye, ben de dua ediyorum ki bana babasının kızı desinler… Peygamberin kızına “Babasının annesi” dediği gibi bana da babasının kızı desinler…
Küçükken beni denize götürdüğün günleri hatırlar mısın? Hani sudan korkardım. Ben sahilde kumlarla oynarken sen açılırdın, gözden kayboluncaya kadar uzaklaşırdın. Endişelenirdim dalgalar seni yutar diye. Geri döndüğünü görünce rahatlardım. Hayranlıklar büyütürdüm içimde sana. “Ne kadar da korkusuz!” Sırf sana benzemek için, senin gibi olacağım diye korktuğum sulara teslim oldum. Yüzmeyi böyle öğrendim… İlk korkumu da böyle yendim…
Okula başlayacağım ilk günde de yine sen vardın yanımda. Elimden tutup götürmüştün beni. “Korkuyor musun?” diye sormuştun. Nasıl korkabilirdim ki baba?! Sen ellerimi tutuyorken nasıl korkabilirdim?!
Okumayı söktükten sonra bana Dünya klasiklerini almıştın. “Okula gitmekle adam olunmaz, kitap okumalısın kitaplarda görmelisin hayatın pencerelerini…” demiştin. Her seferinde, daha küçük yaşta babanı kaybettiğini, aileni geçindirmek için nasıl çalıştığını, cebinde biriktirdiğin kuruşlarla aldığın kitapları tıpkı o anı yaşıyormuş, o sayfalara dokunuyormuşçasına öyle bir anlatırdın ki senden sonra bir de kitaplara vurulmuştum. En çok da “Jane Eyre” i sevmiştim o kitaplardan.
Aşkın harflerini yine sen öğretmiştin bana. “Bu Elif, dimdik olan yani sen… Bu be kayık gibi olan…”
“Ayn” ve “Elif” in telaffuzlarını karıştırırdım hep. Kızardın bana. Bir daha Elif’i “Ayn” gibi okursan adını değiştirip “Ayn” yapacağım derdin. İnanırdım da, korkardım. Neyse ki adım ‘Elif” kaldı. Hani sen askerdeyken bana koydukları isim. “Elif… Dimdik olan”
Bizi bırakıp gitmek zorunda olduğun günlerdeki eksiklik geliyor aklıma. Kolumdaki altın bileziği çalıp gittikleri gün “Babam olsaydı çalamazlardı benden” deyip ağladığımı…
Ve Hira dağına beraber tırmanışımız… Düşmemden korktuğun için hep arkamda kaldığını… Mağaraya vardığımızda dönüp Mekke’ye baktığını ve nemli gözlerin… İlk kederi o gün tanımıştım gözlerinde. Sanki “oku” emri gelmiş de hüznü okuyordum sende…
“Her kız çocuğunun ilk aşkı babasıdır” derler. Sen her şeyde ilkim oldun benim…
Bak şimdi kocaman kız oldum. Ama biliyorum ki gözünde hala o minik kızım, elinden tutup Amed’in sokaklarında gezdirdiğin… Hala o minik kızım baba, sevgi dolu gözlerine teşne… Kucağın hala dünyamın kalbi… Şefkatin mutluluğuma paye…
Biliyor musun, şimdiye dek onca şiir yazdım, onca defter karaladım ve onca kalemi hakladım fakat ilk kez gözyaşlarım mani oluyor yazmama… Bezgin kelimelerim sus pus oluyor sana yazınca…
Yazmak istiyorum yine de… Her şeye rağmen yazmak istiyorum. Yazdıkça taşıyabiliyorum içimdeki bu yığın yığın elemi… Yazdıkça öfkemi susturabiliyorum hayata…
Sevemiyorum bu hayatı, senin gözlerin böyle yaşlıyken… Sevemiyorum bu şehri, seni mahpus etmişken… Sevemiyorum baharı, hazan ruhunu soldururken… Kışları seviyorum… Soğuğu, üşümeyi, sesin hanemizi ısıtırken… Saçlarına düşen her bir akı bir kar tanesi biliyorum… Tek tek sayıyorum onları. Her geçen gün biraz daha fazlalaşıyorlar. Ve asla yenemeyeceğim bir korkuyu yüreğime kazıyorlar…
Şu uçsuz bucaksız sahra olan gönlümde senden başka gölgem yok ki baba! Sen ömrümün çınarı… Hiçbir zaman dökülmeyen, hiçbir zaman devrilmeyen büyüyen hep büyüyen…
Biliyorum ki o çınar bana asla darılmayacak, asla yüz çevirmeyecek… Ben ona baltayı saplasam da beni gölgesinden mahrum etmeyecek…
Şimdi yine korkuyorum baba, bu dünyanın karanlık sokaklarından, dipsiz çukurlarından, ellerinde zulümden devşirme hançerleri olan haydutlarından… Yol kesenlerden… Yan kesicilerden..
Çelimsiz ellerim ve hala çocuk yüreğimle savaşmaktan, yolun sonuna varamamaktan korkuyorum…
Yine ellerini tutmak istiyorum. Ellerime değen ellerindeki nasırlar bana yaşam kavgasını anlatsın istiyorum… Bitmeyen umutların umutlarım olsun, hayallerinde yaşamak, düşlediğin o dünyada nefes almak istiyorum… Duymamamız için yüreğinin en derinlerine sakladığın iniltilerin dinsin istiyorum… O hep içine akıttığın yaşlar ab-ı hayatımız olsun… Hasretin şekvaları, acının naleleri sussun da yeniden azade kuşlar vuslat şarkıları çalsın, asemanın semazenleri aşka aşk ile raks etsin istiyorum…
Çok şey istemiyorum be baba! Sadece Rabbim’den kayıp tebessümlerimizi geri versin istiyorum…
Seni çok seviyorum!
Babalar günün kutlu olsun… En çok da senin varlığın için bize…
(İmam Ali’nin (a.s) doğum günü münasebetiyle kutlanan Babalar günü için..)
02:11
3 comments
Bu Gençyazı’da paylaştığım son yazım… Şahsi nedenlerden dolayı Gençyazı maceramı burada noktalıyorum… Bunca zaman bizlere böyle bir olanak sağladığı için Gençyazı ailesine, kurucumuz Mesut Ok’a minnettarlığımı sunuyorum. Tüm yardım ve destekleriniz için teşekkürler. Bana katkınız çok oldu. Tüm dostlara da Edebiyat dolu yıllar diliyorum.. Kalemlerinize kuvvet.. Sağlıcakla kalınız..
Genç Yazı’da tanıdığıma sevindiğim ender kişilerden birisin, burada yazılarımı sürekli takip ettin ve saçmaladığım zamanlarda beni bir dost edasıyla uyarıp; kendimi toparlamama vesile oldun. Ben de son zamanlarda genç yazıda fazla bir şey paylaşmıyorum, -tabiî bunun belli sebepleri var- daha çok yeni oluşturduğum bloğumda paylaşıyorum. Yazını okurken hüzünlendim, kişilik olarak duygusal bir karakter sahip olsam da gözlerimden çok nadir yaş akar, bu yazıyla da gözlerim yaşardı. Belki de, bu sayfada severek yazılarını takip ettiğim bir genç yazarla/dostla uzun bir süre karşılaşamamanın bende bıraktığı burukluktan olsa gerek. Velhasıl, seni tanımak güzeldi, bundan sonraki yaşantında sana başarılar dilerim. Dileğim o ki; ileride bir gün, bir kitap dükkanında, raflarda senin kitaplarına rastlamak olur. Bu benim için büyük bir sevinç olur. Sağlıcakla kal, yeni yaşantında sana muvaffakiyetler dilerim.
YorumunuZu geç gördüm ve ben onaylamadim:) bu nedenle geciken cevabim için affediniz.
Bu güzel ve içten yorumlariniz ve o müthiş temennileriniz için teşekkür ederim. Inşallah diyorum.
Saygılarimla..