Gecenin bir yarısı, elinde bir şişe. Kulağının arkasında bir dal sigara var. Ne onun orada olduğundan haberdar, ne onu yakacak bir ateşi olmayışından, ne de sigara paketini masada unuttuğundan. Ağzında yerden bulup çiğnediği bir çalı, ter lekeli beyaz gömleğinin bütün düğmeleri açık. İçinde beyaz bir atlet, gömleğinin cebinde kahverengi erkek mendili, altında derisi soyulmuş bir kemerin inatla tuttuğu kumaş pantolon, ayaklarında arkasına basarak giydiği kundura ayakkabı… Kafası çakır, bıyıkları ıslak, ağzı kuru. Düz bir çizgide yürüyemeyecek sarhoşlukla sekiz çize çize yolun ortasından yürüyor geniş sokakları. Ayakta zor da olsa durmaya çalışıyor. Korna çala çala geçen arabalara rağmen çıkmıyor kaldırımlara, bir anlık dalgınlıkla düşmekten korkuyor. Bir yerini kıracak diye değil, sohbetine eşlik etmesi için yanında götürdüğü şarabı kırmamak için. Bu kadar yolu yürüdüğü için de kızgın değil, geri dönmek gibi ihtimali olursa yeniden yürüyeceği için de. Sadece sokak lambaları yüzünden gölgesini gördüğü için kızıyor. Çünkü ölülerin gölgesi olmaz.
Aynı notaların üzerinde tekrara düşen parmakların çaldığı piyanodan çıkardığı müzikle kedere boğuldu Kadir. Ağzına kadar dolu rakı bardağını tek dikişte içip, boğazının yanmasına sinirlenerek fırlattı bardağı duvara doğru. Dedi ki, “Özledim. Daha bir fazla dünden. Daha bir ağır özledim verdiğim sözlerden. Beni durduracak ne varsa, hepsini hafifletir gibi özlemim bugün.” Yanında biri var gibi bağıra bağıra, kafasını hareket ettire ettire kurdu cümlelerini. Sonra bir anda kalktı ayağa. Bir şişe şarap aldı eline, bir parfüm sıkıştırdı cebine, bir kaç dakika önce yakmaktan vazgeçip kulağının arkasına koyduğu sigarayı da, masasındaki sigarayı da unutup çıktı evinden. Cebinde tek bir kuruş bile olmayınca yürümek zorunda kaldı buraya kadar. Sonunda deliler gibi özlediği kadının karşısına geçip konuşacağı yere bir kaç adımı kaldı.
İçeri girmeden önce ağzındaki çalıyı tükürdü yere. Ayakkabılarını giydi. Parfümü cebinden çıkarıp sıktı vücuduna. Sonra çöp konteynerına doğru hızlıca fırlattı. Kırılıp, çöp güzel koksun diye. Sonra kendini koklayıp, “Çöp güzel kokuyor.” dedi. Elindeki şişeyi elinden bırakmadan ilikledi gömleğinin düğmelerini. Gömleğinin cebindeki mendili çıkarıp yüzünü ve sakallarını sildi. Hazır olunca içeriye girdi. Zikzak çize çize yürüyüp, sevgilisini karşısında buldu. Mermere oturmak yerine toprağa oturup, sarıldı dizlerine. Uzun uzun, gözlerini çekmeden baktı. Sonra, “Ben geldim.” dedi, gözlerini çekmeden baktığı mezar taşına. Elindeki şişenin ağzını açıp havaya doğru kaldırdı. Dikledi kafasına, kurumuş boğazlarından geçsin diye. Sonra dayanamayıp çekti ağzından. Gözlerini dikti mezar taşına. “Baksana…” dedi ve devam etti;
“Her yerin ölülerle çevrili. Ki zaten benden gözünü alamadığın için fark etmiştirsin. Toprağın üzerinde duruyorum diye beni yaşıyor sanma sakın. Soran olursa ben hala kırk yaşındayım diyorum. Bir yıldır yaşayamıyorum, sensizlik böyle bir şeymiş öğrenmiş oldum. Daha fazla öğreneceğim bir şey kalmadı, gel artık. Ben artık utanmaz biriyim, ağlıyorum hıçkıra hıçkıra, erkekliğimi sikeyim! Özür dilerim küfür ettiğim için. Küfrün ne kadar kötü bir şey olduğunu tanrının seni benden alışıyla öğrendim. Bundan daha büyük bir küfür var mı? Ah şimdi Musa olmak vardı, diriltmek seni. Ah şimdi ölmek vardı, kavuşmak orada. Ah şimdi sen olsaydın burada… Ölümden sonrasına inanmıyorken muhtaç kaldım şimdi, kavuşursak orada kavuşalım diye. İşin gerçeği burada olman gerekirdi. Sen bu boktan dünyadan göçüp gittiğin cennette, burada bıraktıklarını düşünmeden gülümseyecek biri değilsin. Oturup tanrının karşısına anlattın mı beni, şarabını yudumlarken? Demedin mı Kadir orada bensiz yapamaz diye? Onu buraya, yanıma al demedin mi? Ya da yok mu bir yasak meyvası, yiyip de geri gel dünyaya. Ya da boşver… Son saatlerim benim, bekle beni geleceğim. Yaşanmıyor burada. Bir derdim olduğunda anlatmak için yanına gideceğim biri yok artık. Sana gelip anlatmak istesem de, “O zaten beni izliyordur.” deyip vazgeçiyorum. Hem şuanda burada ölmem mutlu etmez mi seni? Dizlerinde yatıp düşündüğüm, koynunda yatıp uyuduğum, omuzuna yatıp ağladığım kadının toprağına yatıp ölmek, huzura kavuşmak demek değil midir? Bak… Bak bu şarabı hatırlıyor musun? İçelim diye aldığım zaman kızmıştın bana. Ölünceye dek içemezsin demiştin, içirmemiştin. Şuanda içiyorsam o gün gelmiş demektir. Hadi çık şuradan da durdur beni. Bir şey de artık sesini çok özledim. Huzur bulduğum kokun evimde yok artık, bunu kabul edemiyorum. Sabahları uyanıp seni yanımda bulamayınca günüm güzel başlamıyor. Ben güzellik kavramını kaybettiğim gün senin beni bırakıp gidişinle tanıştım. Biz seninle bir aileydik, şimdi tek başınayım ve bu hiç adil değil. İnsanlar seni tanrıdan çok sevdiğim için tanrının seni benden aldığını söylüyorlar. Ben böyle bir tanrıyı nasıl seveyim şimdi.”
Derin bir nefes çekti Kadir. Hıçkıra hıçkıra ağlaması yüzünden devam edemedi konuşmasına. Söyleyeceği çok şey vardı ama sonra yüzüne söyleyeceğine, kavuşacağına inanır gibi çıkardı belinden silahını. Kafasına dayadı titreyen elleriyle. “Ya göremezsem?” dedi. Ölümden sonra hayat var mı diye düşününce toparladı kafasını. Çekti tetiği. Dağıttı.