Pazar günü. Haftanın en huzurlu günüydü. Artık küçük bir tatsızlık bile moralimi bozamayacak gibiydi. Yatağımdan kalktım, terliklerimi giyip mutfağa gittim. Kahvaltı hazır, çay demini almış, ortalıkta kimse yok “ANNEE, BABAA..’’
3 tabak vardı masada. Nerde Bunlar. Evde de dolanıp duruyorum öylece. Yoklar. Gitmişler ama nereye? Evin kapısını açtım, kar dize kadar ve hava dondurucu. Bugünün gazetesi yok sehpada. Sanki hiç yaşamıyor gibiyim. 10 yıldır rutin bir Pazar gününün üstüne bu çok garibime gidiyor.
Akşam oldu ve hala kahvaltı masası duruyor. Camdan dışarı bakarak onları bekliyorum ama yoldan hiç kimse geçmiyor. Çay hala kaynıyor ve o ses kulaklarımda yankılanıyor. Çıkıp aramak istiyorum ama hava çok soğuk ve botlarım aşınmış durumda. Camdayım, hala bekliyorum halsiz bir şekilde. Onlara ulaşabilmek için hiçbir imkanım yok. Savaştan dolayı telefonumuzu satıp orduya katkıda bulundum. Ağabeyim de o orduda. İçime kötü bir his düşüyor. Savaş, hayatımın tek 3 varlığını alıp götürecek mi benden? Aile dostumuz Ahmet başçavuş çalıyor kapıyı. Bu civarlardaki bütün herkesin aniden savaşa gitmesi gerektiğini bana sakin bir ifadeyle anlatıyor. Tek ifadem “Biliyordum ..’’ demek oluyor. Biliyordum, gitmek zorundalar çünkü ordu çok güçsüz. Ağabeyim yaşıyor mu, ondan bile haberim yok. Annem ve Babam, belki şimdiden.. Gözümden bir yaş düşüyor ve yanıyor, kavruluyorum bu bilinmezlikten. Ama dayanmam gerek .Sabırlı olup onları beklemem gerek. Saat 3:20 ve ben koltukta yarı uyanık halimde annemleri bekliyorum. Kapının ritimli şekilde çalınmasıyla irkiliyorum ve kapıya doğru yöneliyorum. “ Kardeşim .’’ Ağabeyim kapıda, ayağından yaralı, gözlerinin altı şişik ve kırmızı. Çantasını eşiğe fırlatıyor ve kolunu omzuma atıyor. “Seni yalnız bırakmak zorunda kaldım kardeşim, seninleyim kardeşim ,özür dilerim.’’ Sevinç gözyaşlarım onun yırtık ve tozlu, koyu yeşil gömleğine dökülüyor. İçeri gelmesine yardım ediyorum. Onu koltuğa oturtup çantasını koltuğun yanına usulca bırakıyorum. Sehpaya bakıyor, sonra bana.“Abi,nasıl desem.. annem ve babam yoklar, savaşa gitmişler. Ahmet başçavuş geldi ve anlattı bana. Anlayışla karşılamamız gerekiyor.’’ Diyorum ve gözyaşlarını tutamayarak“Babam da ordaydı. Onu öldüren mermiyi engelleyemedim. Önüne atladım ama geç kalmıştım. Annem imarethaneden babamı görüp hemen yanımıza koştu. Ben sadece yaralandım ama babam çoktan canını kaybetmişti. Düşman durur mu tüm mermilerini bir topluluğun üzerine gönderdi. Annem de..’’ dedi ve bana sarıldı. Nasıl dediysem ağzımdan “ Ölenle ölünmez.’’diye bir söz çıkıyor. Onu annemin son hazırladığı Pazar kahvaltısına yöneltiyorum . Çay hala taze ve ekmekler kurumamış. “ Son Pazar kahvaltısı, annemin elinden yiyeceğimiz son Pazar kahvaltısı.’’ diyorum ve yemeye başlıyorum. “ Sanırım artık annem de babam da sensin benim.’’ Diyorum ve o konudaki tüm kararsızlıklarımı tek mermide öldürüyorum.