3 Eylül saat 13:30.. İstanbul Ulusal İstihbarat Teşkilatı..
Ulusal İstihbarat Teşkilatı başkanı Serdar Yılmaz telefonda konuşmaktadır;
– Kızım bana acilen Başbakanı bağlayın.. Durumun acil olduğunu bildirin. Hemen görüşmem lazım..Anlaşıldı bekliyorum..
Serdar telefonu kapattıktan sonra Merve’ye döndü;
– Merve durum zannedersem düşündüğümüzden ciddi olabilir. Ben birazdan bilgi işlem birimine gidip başka ne bulabildiler bakacağım. Sen bu odadan hiçbir yere ayrılma.
– Tamam Serdar ama birşey bulursan bana da haber ver.
O esnada Serdar’ın masasındaki telefon çaldı. Ahizeyi kaldıran Serdar ” Efendim.. Tamam, hemen elimdeki bilgileri alıp geliyorum efendim. ” dedi ve telefonu kapattı. Tekrar Merve’ye döndü;
– Merve benim acil başbakanın yanına gitmem gerek. Bilmiyorum ama nerden öğrendiyse sayın başbakanımız Cemil’in konusu hakkında birşeyler biliyor. Görüşmeye gitmem lazım acilen.
– Ama o nereden öğrendi, sadece sana söyledim bu konuyu..
– Adam başbakan, vardır onun da bizim dışımızda bilgi aldıkları.. Ama Cemil’in durumunu sen söyleyene kadar ben bile bilmiyordum doğrusu. Dur bakalım bu işin arkasından ne çıkacak ? Sen benim odamdan dışarı çıkma Merve, ben gelene kadar birşey istersen kapıdaki adamlara söyle yardımcı olsunlar.
Serdar ayağa kalktı ve odasından çıkmak için kapıya doğru yürüdü. Merve oturduğu koltuktan kalktı ve Serdar’ın kapıda önünü kesti. Göz göze geldiler ve Merve bir anda Serdar’ın boynuna sarıldı. Serdar elleri havada Merve’ye sarılmak istedi ama vazgeçti, iki eliyle Merve’nin omuzlarından tuttu ve kendinden uzaklaştırdı. Merve’nin gözlerinin içine baktı ve konuştu;
– Merve sana söz veriyorum elimden geleni yapacağım. Her ne olursa..
– Biliyorum Serdar yapacaksın ama ya çok geç olduysa ?
Merve’nin yanaklarından iki damla yaş süzüldü. Serdar parmaklarıyla süzülen damlaları sildi ve Merve’nin ellerini tuttu. O an yine gözgöze geldiler ama Merve bir anda ellerini kaçırdı. Kapıyı açan Serdar hızla dışarı çıktı, dışarıdaki görevlilere “Merve’yle ilgilenilmesi” talimatını verdi ve oradan ayrıldı. Merve odanın içinde tek başına kaldı. Serdar’ın masasının karşısındaki kanepeye oturdu tekrardan. Bu bilinmezlik içini kemiriyordu, hatta parçalıyordu.. Odada boş boş bakınırken gözü Serdar’ın masasının arkasındaki rafın en üst kısmında bulunan bir fotoğrafa takıldı. Aslında bu çerçeveletilmiş bir gazete küpürüydü. Bu küpür Asame bin Maden, Cemil ve Serdar’ın yan yana çekilmiş, 16 Ağustos 1985 tarihli Al Abı- Hayat gazetesinden kesilmişti. O gün Cemil ve Merve’nin tanıştığı gündü.. ” Serdar’da ne arıyor bu fotoğraf, Cemil’le iyi dosttular bir zaman ama onu artık sevmiyor ki.. ” diye düşündü. Cemil’in gençlik yıllarındaki halini görünce daha bir hüzünlendi. Kalktı çerçeveli fotoğrafı eline aldı ve düşüncelere daldı, bu düşünceler onu çok yıllar öncesine götürdü bir anda..
16 Ağustos 1985.. Saat 06;06.. Afganistan / Kandahar Şehri yakınlarında bir köy…
Merve henüz yeni uyanmış, bulundukları çadırın içinde ateşin üstünde çay demliyordu. Yan tarafında uyku tulumunun içinde birinin horlaması geliyordu.. Merve saatine baktı ” birazdan gelirler şunu uyandırmam lazım artık ” dedi kendi kendine ve horlayan adama seslendi;
– Heeeeyy !! Uyan artık öğlen oldu !!
– Aahhhhh ! Noldu beee !
– Kalk artık, çay demledim kalk iç de için ısınsın !!
– Hava daha aydınlanmadı yaaa !! Bu ne acele ?
– Hadi kalk artık, saat 06:30 oldu nerdeyse, şimdi gelirler bizi almak içi..
Uyku tulumundaki adam bir anda ayağa fırladı. Elleriyle gözlerini ovuşturdu ve konuşmaya devam etti;
– Ne !! 6:30 mu, ben daha hazırlanmadım ama ! Bir sürü şey var yapmam gereken !
– Al o zaman çayını iç hele, şaka yaptım sana saat 06:10. Vaktin var hala.. Hahahaha !!
– Hiç komik değilsin Merve hanım hem de hiç komik değil..
– Tamam Serdar uzatma sana iyilik yapanda kabahat..
– Tamam canım özür dilerim.. Çay için teşekkür ederim.
– Alyansımı gördün mü Merve ?
– Kaç defa söyleyeceğim ikisi de bende diye !
– Sen olmasan ben ne yapardım acaba, hep kıçımı topluyorsun.
– Hem de o kıçını kurtarıyorum Serdar.
– Evet haklısın, sen olmasan ben ne yapardım acaba benim güzel kahraman eşim..
– Hiçbirşey yapamazdın..
– Biliyorum..
Serdar Yılmaz elindeki çayı yanındaki masaya koydu ve Merve’ye sarılıp onu öptü. Birbirlerine bakarak gülüştüler. Serdar ve Merve 4 yıldır evliydi. Merve’yle tanışmaları bir trafik kazası sonucu olmuştu. Serdar istihbarata katılmadan önce Ordu Özel Kuvvetler’de üsteğmendi. Bir izin gününde İstanbul’da tur atarken önüne ansızın atılan arabadan kaçamamış ve çarpmıştı. O gün diğer arabayı da Merve sürüyordu. Bu ufak kaza onların tanışmasına vesile olmuş, zamanla ilerleyen tanışmaları evlilikle sonlanmıştı. Son zamanlarda Serdar’ın bazı problemleri olsa da, alkol problemleri, hala daha iyiydiler. Serdar çayından son yudumunu aldı, o gün için hazırlanmış elbiseleri giydi. Aynanın karşısına geçti ve konuşmaya başladı;
– Yaa şimdi ben gazeteci gibi mi görünüyorum yani ?
Merve araya girdi ;
– Gazetecilerin nasıl giyinmesi gerekir diye bir kural kitabı mı var ?
– Yok ama ne bileyim işte, sonuçta gideceğimiz yerdeki adamlar tehlikeli.. Gerçi Cemil var orada, sıkıntı çıkmaz zannedersem..
– Cemil kim ? Biz Asame bin Maden’in kampına gittiğimizi biliyorum.
– Ya şu benim arkadaşım var ya ? Hani Mednan beyin yeğeni Cemil ?
– Haaa, şimdi anladım. ” Kaşıkcı” Cemil.. Çok duydum adını ama bir türlü tanışamadık kendisiyle.
– Evet “Kaşıkcı” Cemil.. Allah’ım bu nasıl bir kod adı yaaa ?
– Komikmiş.. Herneyse Serdar sen hazırlanmanı bitir birazdan bizi alacak olanlar gelir..
– Tamam tamam taaammaaaamm.
Merve çadırından dışarı çıktı ve dışarısını seyretti biraz. Etrafta hafif bir sis vardı. Bulundukları yerdeki çadırların önünde yakılan ateşlerden çıkan dumanları gördü. Civarda uğraşan afgan gerillalarını izledi. Kimisi ateşin karşısında oturmuş sigara sarıyor, kimisi silahlarını temizliyordu. Sisin içinden gelen atların kişneme seslerini duydu ansızın. Çadırın içine doğru seslendi;
– Geliyorlar galiba.. Hazır mısın Serdar ?
– Evet hazırım çıkıyorum.
Serdar çadırdan dışarı çıktı. Sisin içinden gelen at sesleri iyice yakınlaştı ve gelenler belirginleşti. 3 atlı gerilla Merve’nin önünde durdu. İçlerinden bir tanesi Merve’yle, Serdar’ın anlamadığı, afgan diliyle konuştu. Merve Serdar’a dönerek ” gidiyoruz atları getir hemen” dedi. Serdar başıyla onayladı ve çadırın arkasına koştu, atları getirdi. Önde üç gerilla arkada Merve’yle Serdar kamptan çıktılar ve sisin içinde kayboldular. Yolda giderken Merve afgan gerillalarıyla birşeyler konuşup gülüyordu. Serdar dayanamayıp Merve’ye hafif sert bir şekilde seslendi ;
– Ne konuşuyorsun sen bunlarla kaç dakikadır ? Çok mu komik şeyler söylüyorlar sana ?
– Hayırdır Serdar, kıskandın galiba ?
– Yaa ne kıskanacam alt tarafı afgan bedevileri bunlar.. Tiplerine bak hele, bir de bana bak.. Aslan gibiyim Maşallah !!
– Yok canım gerçekten de öylesin.
– Yoksa beni artık beğenmiyor musun ?
– Hayır ne münasebet.. Sadece kıskanman hoşuma gitti..
– Üff Merve canımı yedin canımı !!
– Hahahaha !! Bak sen de güldürebiliyormuşsun beni..
– Ah ah, koca Özel Kuvvetler’de alınmadık bröve, madalya, katılmamış operasyon bırakmamış Üsteğmen Serdar Yılmaz’ın düştüğü hale bak !! Soytarı olduk resmen..
– Öyle deme şimdi.. Senin heybetin yeter. Ama biliyor musun senin en beğendiğim halin hangisiydi ?
– Hangisi canım ?
– Hani şu tanıştığımız gün. Kazanın olduğu gün. Arabadan öyle bir hışımla, heybetle çıktın ki zannettim beni oracıkta boğacaksın..
– Kızım sen psikopat mısın ? İnsan hiç başkasının sinirli halinden hoşlanır mı ?
– Hayır öyle değil.. Sen arabadan indin, ben panikten ne yapacağımı bilemedim. Sadece senin yanıma gelene kadarki halini izledim. Resmen Amerikan filmlerindeki artistler gibiydin..
– Yok ya nasılmışım bir anlatsana..
– Arabadan ilk indiğinde önce boyun dikkatimi çekti. Hani böyle arabadan sanki bir dev inmiş gibi oldu.. Başında borbo beresi, omuzlarında rütbelerin, göğsündeki o bröveler, yürüyüşün, fiziğin.. Ne bileyim işte o gün hem çok korktum hem de tutuldum.. Sonra geldin bana çok kibar ve nazikçe ” iyi misiniz hanımefendi” dedin ya.. Ben o saat koptum.. Hahaha, o nasıl bir ses tonuydu öyle hahahaa !!
– Aman sende, ben hep kibar bir adamım biliyorsun. Konuşmalarım ve hareketlerim tam bir devlet terbiyesi aldığımı gösterir.
– Doğru kibarsın ama şu horlaman olmasa da biraz daha kibarcık uyusan keşke.. Hem sen devlet terbiyesi aldın da biz ne terbiyesi aldık ?
– Sen Mednan Bıçakcı’nın terbiyesini aldın.
– Daha iyi işte, devletler üstü terbiye denir ona..
– Haklısın, devletler üstü bir terbiye.. Merve sana birşey soracağım.
– Sor..
– Mednan Bıçakcı nasıl biri ? Yeğeni Cemil arkadaşım ama her defasında dayısını sorduğumda sadece ” çok iyi biri ” diyor o kadar. Halbuki bu adam bildiğim kadarıyla silah tüccarı, hatta savaş tüccarı deniliyormuş ona..
– Biliyorsun bu konuda kaç defa sordun ben de kaç defa o arkadaşın Cemil gibi ” çok iyi biri ” dedim.. Bu konuda konuşmazsak olur mu ?
– Yaa tamam da, eşimi büyüten ve yetiştiren adamı tanımak istiyorum, yanlış mı ?
– Sen neden gidip o arkadaşına konuşmuyorsun ? Belki yardımcı olur sana..
– Denedim ama ” olmaz ” dedi. Dediğine göre biz ona ulaşamazmışız ancak o seçtiklerine ulaşırmış.
– Evet biraz öyle oluyor.
– Peki onunla bir araya geldiğinde benden biraz bahseder misin ? Hani ben de katılsam ?
– ……….
Merve konuşmayı kesti ve saatine baktı. ” Neredeyse geldik, birazdan kampa varırız” dedi Serdar’a. 5 kişi yavaş yavaş atlarıyla dağların arasından geçiyordu. Önlerindeki yolun kenarından gidiyordular, bir anda yolun yanındaki büyük kaya parçasının arkasından biri yola atıldı;
– Duuur !!
Karşılarında uzun boylu yapılı biri duruyordu fakat hafif sis yüzünden kim olduğunu seçemediler. Fakat Serdar bu sesi tanımıştı. Karşısındaki kişiye seslendi.
– Cemil ! Cemil Çatalcı ?? Sen misin ?
– Haayır ! Cemal, Cemal Kaşıkcı !!
(devamı gelecek bölümde)