Okula gitmek için evden çıkmıştım ki küçük bir çocuğun çantasını bir kenara atıp çimenlerin arasında dönüp dolaştığını gördüm. Biraz daha yakından baktığımda onun alt komşumuzun oğlu Eren olduğunu farkettim. Ne yapıyordu acaba, ne arıyordu? Onunla muhakkak konuşmalıydım. Onun öyle koşuşturmasını gördükçe hüzünlenmeye başlamıştım. Belli ki bir şey arıyordu ve aradığı şey onun için çok önemliydi. Yanına yaklaşıyordum yavaş yavaş ve ben yaklaştıkça garip duygulara bürünüyordum, korkuyla karışık bir duygu. Tam olarak nasıl bir duygu, bilmiyorum ama konuşmam lazımdı işte. “Eren ne yapıyorsun bakalım?” diye sorduğumda korku dolu gözler gördüm karşımda. İçimi sızlatan bakışlar vardı. Hele ki cevabını duyunca anladım içimdeki ve onun gözlerindeki korkuyu. “Babamdan kalan son hatırayı arıyorum.” Bu cümle bile beni benden almaya yetti. Onu böylesine bir arayışa yönelten hatıranın ne olduğunu soramadım, soramazdım da. Suskunluğumu görünce devam etti, “Babam çok uzaklara gitti, onu uzun zamandır göremiyorum ve ona kavuşmak için kendisinden kalan son hatırayı ömrüm boyunca saklamam gerektiğini söyledi annem bana.” Bunları duyduktan sonra etrafıma bakınmaya başladım. Ben de arıyordum ama ne aradığımı bilmeden. Belki bir saat, bir resim ya da başka bir şey…
En ufak bir şey de olsa gözüme çarpsın diye dua ediyordum. “Neyse burada yok galiba” deyip gitti Eren. Bense çaresizce yerimde kaldım. Ne konuşabildim ne de hareket edebildim. Evet anlamıştım ne aradığını. Onun aradığı şey bir umuttu, babasına kavuşmak için bir umut…