Aklımın hallaç pamukluğunda ilmik ilmik dokuyorum satırlarımı; kağıttan gergefime. Anlamını bilmediğim kelimelerle neyi anlatabileceksem işte. Bir şey arıyorum; çok uzakta olmayan, ama kendimde barınmayan. Nereye gelsem boyumu aşan kayıplarla karşılaşıp, boynumu büküyorum.
Yabancıyım. Hiç bilmediğim diyarda, hiç anlamadığım kelimeler telaffuz ediliyor iki dudak aralarında. Kelimelerine aşinayım insanların. Birisi hakkında konuşuyorlar. Kafamı zor da olsa kaldırıp bakıyorum çevreme. İlerde evet ilerde bir kalabalık var. Biraz yürüyorum. Netleşmeye başlıyor gördüklerim. Tanınmaya başlıyor gizini gizleyen mekan. Şaşkınım. Evimin önünde bu kalabalığı anlamaya çalışıyorum. Annem var kapı önünde. Ağlıyor. Neden ağladığını bilmiyorum. Yanına gitmek istiyorum. Kalabalığın içinden süzülüp geliyorum yanına. Babam, annem, sevdiklerim herkes burada. Herkes üzgün. Bir gideni uğurlarmışçasına ifadeler takınmışlar yüzlerine. Sesleniyorum. Dinlemiyorlar beni. Duyuramıyorum kendimi.
Bekliyorum. Bir ses yükseliyor semaya. Acı bir ses. Dinliyorum hayatta en sevdiğim seslerden birini. Sala okunuyor. Bekliyorum. İmam arkasına adımı koşuyor. Dinliyorum… Annem ağlıyor. Babam sigara üstüne sigara yakıyor. Ben şaşkınca etrafı izliyorum, varlığımı ispatlamak istercesine haykırıyorum burdalığımı. Yine kimse duymuyor beni.
Bir an gidiyor herkes; her şey siliniyor gözlerimden. Bir bulanıklık hakim etrafa. Puslu gözlerimi ovalıyorum. Net göremiyorum hala. Zaman kavramı yitiriyor burda anlamını. Ne kadar beklediğimi hatırlamıyorum.
Bir taşın üstünde görüyorum kendimi. Yeşil örtüyle sarılı bir tabut. Annem hala ağlıyor. Babam en önde içinden geçenleri anlıyormuşum gibi bakıyor bana. Yanına gidiyorum. Anlamıyor. İmamın helallilk isteyişi yankılanıyor peşi sıra. Ben şaşkınlığım arasında seni arıyorum. Kalabalıkta süzüyorum gözlerimi. Yoksun. Beni en iyi anlayanın sen olduğunu bildiğin halde yoksun burada. Engel olamıyorum.
Ufacık bir mezara koyuyorlar beni. Haykırıyorum: ” Durun! ” diyorum. ” Durun! ”. ” O gelmedi.” kimse dinlemiyor. Seni görmeden kapıyorlar kapılarımı; örtüyorlar toprağımı üzerime. Kimse aldırış etmiyor. Tek tek kapatırken mezarımı, başımı çeviriyorum. En kuytu yerde sen takılıyorsun gözlerime. Seni görüyorum. Sonra bir an bedenime çevriliyor yüzüm. Bembeyaz kefenimde bir leke. Kıpkırmızı bir leke görüyorum.
Sonra kendime bakıyorum. Evet ruhum da aynı yerden ayak uyduruyor kefenime. peş peşe atıyorlar toprakları üzerime. Sanki kaçacak yerim varmış gibi sıkıca sarmalıyorlar beni.
Ve yine aynı bulantı. Gözlerim kararıyor.
Aşağıdayım. Çok aşağıda. Çırpınıyorum. Sana gelmek için can atıyor cansız bedenim. Hareket edemiyorum. Sessizce bekliyorum. Bir ses. Tanıdık, aşina, aşık olduğum bir ses dökülüyor kulaklarıma. Sesinde ne olduğunu anlayamadığım bir duygu. Cevap veremiyorum.
Yanına geliyorum yine eti de kemiği de toprakta olan bedenimle. Ellerinle yüzüne dokunmak istiyorum. Olmuyor. Sesim Çıkıyor bu kez; ama duyulmuyor. Bir kağıt düşüyor ellerine. Bir kağıt. İçinde yıllar önce sana bıraktığım bir not:
” Yazarının yazdıkları yas tutuyor bugün. Harflerin boynu bükülüyor; sessiz sessiz yerleşiyor gözlerine. Ne zaman geldiğini bilmediğim bir zamanda uyuyorum burada. Hayatımda en ‘giz’im olanı saklıyorum.
Ve ben seni görüyorum saf güzelliğinle…
Ve ben sonsuz uykuya uyuyorum…