Elinin can barındıran hiçbir şeye değmek istemediği zamanlar vardır. Ellerin vücuttan bağımsız bir mekanizma gibi hareket ettiği anlar vardır. Eller ki tek başına bir canlıdır. Bütün geçmiş zamanlardan, zamansız anlardan, kedilere olan korkumu umursamadan onunla oynayıp huzur bulan, özgürlük biletim olan yazıya olan bağlılığıma gülüp aylarca bana engel olan ellerimden biliyorum. İstanbul’un karışık çok katlı binalarına rağmen oturmuş dans ederek yazıyorum. Yazmak belki de ellerin bazen kısıtlayıp bazen sonsuz doruğa ulaştırdığı bir eylemdir. Pencere pervazından gördüğüm birkaç açık lambanın aydınlattığı evlerde herkesin meselesi başka, belki bir bilgisayar ekranına bakıp bir gülümseyip el çırparak şarkı söyleyen benim; hangi şarkıyı dinlediğini merak ediyordur çapraz binadaki suyu tepesine diken kadın. Belki de bu amaçsız dengesizliği göstermek için karısının omzuna dokunuyordur buradan bakınca kaçıncı katta olduğunu anlamadığım adam. Yağmur gelmesin diye balkondaki serili naneyi içeri taşıyor başka eller. Tam karşıdaki evde bir kadın, muhtemelen, bayram tatlısı için ceviz kırıyor nasırlaşmış elleriyle. Mavi pijamalı bir adam kumandanın tuşlarına basarken bile sıkılıyor yalnızlıktan, uyuyamıyor. Gecenin bir saatinde başka birine bakıp gülümseyemeyeceğinden; bir el, diğer eşi haricinde yalnız.
Oysa bir el ayası, başka bir el ayasıyla birleştiğinde dünya ters yüz edilecek denli güce sahip olur.
Herkes uyanık. Aslında kimse uyanık değil. Bir eller var ayakta, mutlu kelimesine ilişememiş olan eller, en iyi ihtimalle mutluyla mutsuz arasındaki durgunluktaki mengeneye razı olan eller. Sen kocaman bir elsin İstanbul. Parmakların arasında kayganlaşan bütün ellerden haz duyan, bazen boğumlarındaki kıskaçlarla gözümün gördüğü ya da görmediği her nefese birazcık umut veren, aşık eden. Bundandır ki her bir el ayası seninkine denk getirmeye çalışıyor kader çizgisini. Her bir el senin sıcaklığına kapatıyor soğukluğunu. Zaman kendisine tutunmamızı isterken, kendi ellerim üzerinde hiçbir hükmüm yok. Oysa bütün bu saçmalıkların ana çıkış noktası başka bir elin kalbinden çıkan sözler: ‘Hayat! Benden gizlediğin ellerini hangi cebinde saklıyorsun?’ Her okuduğumda sorduğum, her sorduğumda gülümsediğim değişik bir duygu seli. Bu ellere sahip değilken hayatın bizden sakladığı bir şeyler sahiden olabilir mi İstanbul? Senin saklamadığın, sadece bizim görmediğimiz, karşı balkonda sigara içen adamın sürekli aradığı bir başka yol? Gizli bir cadı büyüsü, bir dua, bir mum alevinde bir dilek, sandal ağacında paçavrada sallanan bir seçenek… Hangi el hangi dünyaya ait?
Hayatın ve zamanın bize sunamayacağı her bir gülümsemem kendi ellerimde mi saklı?
Pencerenin siyah girintisine yağmur damlıyor.
Parmak uçlarımın suçlu izleri var.
Tırnaklarım kir içinde.
Söyle ellerim kendinden ne saklıyorsun?