Dünyanın umurumda olmadığı o günleri tarifsiz bir şekilde özlüyorum şimdi. Tek amacı beraber vakit geçirmemiz için yaptığımız o uzun sahil yürüyüşleri, ne konuşacağımızı bilmediğimiz, kelimelerin tanımlanamadan ağzımızda gezindiği o anları, kitap okurken kaçamak gözlerle birbirimize attığımız bakışları… Her şeyin yolunda gittiği, her şeyin ilk olduğu o zamana yeniden dönmem imkânsız mı ki? Üzerinden bir kaç gün geçmiş gibi hatırlıyorum konuştuğumuz ilk günü. Evin büyük oturma odasında bizden ve ana şahitlik eden duvarlardan başka kimse yoktu. Yağmur cama vuruyor, yüreğimde -şimdikinden farksız-, dayanılmaz bir heyecan, bilincimde hala silinmeyen bir bulanıklık bırakırken o günde olan her şey gibi -müzik artık çalmıyor-, ama o bunları hatırlamıyor. Bundan eminim, artık geri dönmeyeceğim. Her zaman yanımda hissetmek istediğim insanların olmadığı, ne zaman bu dayanılmaz dünyaya nasıl katlanacağımı düşünsem yanımda suskun ölüleri görürüm. Hiçbir zaman konuşmaz ve hiçbir şeye karışmayan, bir de yaşayan ama hiç görmek istemediğim insanlarla dolu bu kentte kalacağım, yokluğunla yalnız kalarak, bekleyerek…
Mevsimsiz Sohbet