Tebessümlerimi asgari ücrete bağladım hergün mutlu olduğumu gösteriyorlar. Ayna karşısına geçip alıştırmalar yapıyorum. Dişlerimi göstererek gülmeyi deniyorum. Bazen dakikalarca iki elmacık kemiklerimde asılı kalıyor tebessümler. Bıraktığımda yüzümün gerildiğini hissediyorum. Sonra kahkaha atmayı deniyorum saatlerce. Ama en zoru da oymuş meğersem. Bir türlü kahkaha atamıyorum. Hangi sesi çıkaracağımı bilemiyorum. Attığım her kahkaha dört duvardan geri sekip kulaklarıma ok gibi saplanıyor. Lakin hiçbiri hoşuma gitmiyor. Aylardır çalışıyor tebessümler elmacık kemiklerimin arasında. İşlerini çok güzel yapsalar da ben beğenmiyorum. Gözlerim alışkın olmadığı şeyleri görüyordu aylardır. Bugün son alıştırmalarımı yapıyorum.(yalnız hala kahkala atmayı beceremedim). Dişlerimi göstererek gülmeyi öğrendim,yakıştırdım kendime. Dişlerim güzeldir benim. Çok beyaz olmasa da düzgün sıralıdırlar. Saat 13:00’a geliyordu. Biraz daha tebessüm çalışmaları yaptım. Kalktım aynanın karşısından. Gri şortumu ve tişörtümü çıkardım. Hava çok sıcaktı o yüzden açık renkler giymem gerekliydi. Dolabın kapağını açıp baktım. 5 adet kot 13 adet gömlek 15 adet tişört vardı. Sevdiğim gömlekleri aldım sonra tişörtleri aldım yatağıma dizdim hepsini. Lacivert gri kareli bir gömlek aldım ve içime de beyaz lacivert yazılı tişört giydim. Altıma da koyu kotumu. Yine ayna karşısındaydım. Bu sefer tebessüm çalışmaları için değil giydiklerime bakmak için. Güzel olduğuna kanaat getirdim. Boynumun her iki yanına birer fıs parfüm sıktım. Lacivert ruganlarımı da sildim temizledim hafif bağcıklarını bağlayarak çıktım uzun zamandır bu kadar heyecanlı olmadığım şekilde evden. Durağa gidene kadar terlemiştim. Beş dakika sonra otobüs geldi ve Adapazarı istikametine doğru yol aldı. Kapının hemen yanında ki koltuklara oturmuştum ve kapı açık olduğundan rüzgarla sevişebiliyordum. Bu sıcakta da en güzeli böyleydi. Otobüs Sapanca sınırlarından çıkmadan yol çizgilerine bakarak dalmıştım. Yolu ikiye bölen bu beyaz çizgiler insanı ne denli bir dalmışlığa iter ki? Yoksa bu beyaz çizgilerin amacı bu muydu? En son ne zaman çıkmıştım bulunduğum şehirden? Hatırlamıyorum. Peki en son ne zaman sevmiştim? Veya sevilmiştim? Fazla değil yeteri kadar sevilmek istedim ve ben değil yalnızlık beni sevdi. Ama yalnızlığın da bir sebebi olmalıydı?
– Mutluluk bir vazgeçiştir ve çok ender rastlanan bir ruh dinginliğidir.
Diye fısıldadı kulağıma adam.
– Bir terapi yöntemi gibi düşünmelisin.
Diye devam etti.
– Bazen soyutlaşmalısın hayattan insanlardan. Kafanı boşaltmalısın. Ki insanları daha net kalite de görebilirsin. Çünkü mutluluk megapikseli düşürür.
dedi ve gitti.
Yıllarca aynı kişiyi sevmiştim. 5 yıl 4 ay 3 saat 42 saniye. Bu zaman dilimi hayalini kurduğum ve hayatımın en mutlu olduğum gün olacağını düşündüğüm nikah masasıydı ama başkasına ” evet ” diye bağırmasıyla kendini öldürdü. Ve ben de bu zaman diliminde kaza kurşununa gittim. Maganda kimdi peki? zaman mı? o mu? yoksa ben mi kendime sıkmıştım?
Yolu ikiye ayıran çizgiler yavaşlamaya başlayınca kafamın içinden çıktım ve son durağa geldiğimizi fark ettim. Şimdi ise ölen zaman diliminden 3 yıl 7 ay 1 saat 12 saniye geçmişti. Tüm insanlardan bu yeni zaman dilimindeyken uzaklaşmıştım. Adamın dediğine katılıyordum. Mutluluk megapikseli düşürmüştü. Onu sevdiğim için mutluydum( onun beni sevmediğini bildiğim halde) Ondan başkası yoktu hayatımda sanki. Sanki değil yoktu. Kime baksam,kimi görsem oydu. O ve benzerleri tüm hayatımdaydı. Ama 3 yıl 7 ay 1 saat 12 saniye olan zaman dilimi de intihar etmişti. Bu zaman diliminde birçok şeyi unuttum,yapmadım,hatırlamıyorum. Aynı 1 ay 6 saat 23 saniye boyunca çalıştığım tebessümler gibi, sevmek,sevilmek gibi. Bu zaman dilimi daha yeniydi. O gibi. O farklıydı sanki. Kimseye benzemiyor gibiydi. Ortak noktalarımız bile vardı. O da birini sevmiş ama tek farkı vardı o söyleyememiş ben söylemiştim oysa ki. İnternette tanıştık. İnsanların dertlerini yazmalarını istediğim ve okuyup bir fikir sunduğum bir blog sayfam var. Orada tanıştık. Eşinden ayrıldığını zaten çok fazla sevmediğini sevmek için çalımaktan yorgun düştüğünü anlatmıştı. Ben de fikirlerimi sunmuştum. Muhabbet muhabbeti açtı sonra buluşmaya karar verdi. Ne resmimi gördü ne de ben onun resmini gördüm. Ve şuan onu görmek için saat 14:00’te buluşacağımız kafeye gidiyordum. Heyecanlı değilim sadece meraklıyım. 14:00’a beş dakika vardı. Kafeye girmeden bir mağaza camına baktım ve tebessüm etme çalışmalarımdan birini yaptım. Kafeye girdiğimde merdivenleri çıkarken tebessüm ederek çıkıyordum belki benden önce gelmiştir diye. Lakin benden önce gelmediğini görünce tebessüm işçilerimi geri gönderdim. Birbirimizi tanımak için onun sevdiği bir kitabı masaya koyacaktım o da benim sevdiğim kitabı koyacaktı masaya öyle bilecektik birbirimizi. Ben elimde Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar kitabıyla cam kenarı bir masaya girişe arkam dönük şekilde oturdum. Kitabı da sol tarafıma onun görebileceği bir şekilde koydum. Ben de Emrah Serbes’in Hikayem Paramparça adlı kitabını koymasını istemiştim. Ve beklemeye başladım. Saat tam 14:00’da arkamdan bir ses kulağıma tanıdık şekilde çalındı ardından pafüm kokusuyla birlikte sözcükler yayıldı:
– Önce kelime vardı” diye başlıyor Yohanna’ya göre incil..
Kelimeden önce de yalnızlık vardı…
Ve kelimeden sonra da var olmaya devan etti yalnızlık..
dedi o.
Ayağa kalktım ve arkamı döndüğümde 5 yıl 4 ay 42 saniye zaman diliminde öldüğünü sandığım kişiydi.