Eski bir hikaye vardır. İki orta yaşlı kadın, bir dağ otelinde ikamet etmektedir. İkisinden biri der: ”Burada çıkan yemekler gerçekten kötü.” Diğeri de şöyle yanıt verir: ”Evet, biliyorum, öyle… Küçük porsiyonlar.” Özet olarak hayat hakkında böyle düşünüyorum. Yalnızlık, acı ve mutsuzluk dolu. Ve her şey çok çabuk bitiyor. Bitmesini istemesek de bitiyor işte. Bu yüzden hiçbir şekilde tatmin olamıyoruz. Bu tatminsizlik bir süre sonra hırsa dönüşüyor; bu hırs da hem kendimize hem de başkalarına zarar vermemize neden oluyor.
Öyle ki; Orta Doğu ülkelerinde açlık, savaş görülürken Batı ülkelerinde ise refah görülüyor. Böyle iç karartıcı bir dünyada yaşıyoruz. Şu inkâr edilemez ki; Günümüz insanı, bir tıkanmanın ortasında. Önümüze sunulan bir yığın seçeneğin içinden, kendimize en uygun olanını seçmeye çalışırken başarısız oluyoruz; böylece zihnimiz, hayata geçirilememiş bir sürü planın artıklarıyla dolu oluyor. Ve haliyle tıkanma gerçekleşiyor. Psikologlar, bu tıkanmayı giderebilecek tek grup güya. Ama gel gör ki onlar da aynı sorundan muzdarip. Hal böyle olunca kimse kimseye yardım edemiyor. Kısır bir döngüde debelenip duruyoruz. Çevrene dikkatlice bakacak olursan korku dolu, güvensiz yüzler görürsün. Her ne kadar mutluluk maskesiyle makyajlanmış olsa da görürsün bu yüzleri. Bırakalım artık kendimizi kandırmayı; mutlu, huzurlu falan değiliz. Herkesin kolayca birbirini aldatıp çelme taktığı, polislerin, ambulansların, itfaiyelerin oradan oraya sürüklendiği ve bir psikopat tarafından, sudan bir sebep ile öldürülebileceğimiz bir dünyada, hiçbir zaman mutlu olamayacağız.
Bir linç furyası var bu toplumda. Birileri sürekli linç etme gayreti içinde. Artık nefes aldığımız için bile linç edilecek hale geldik. Bu o kadar kolaylaştı artık. Böyle köşeye kıstırıla kıstırıla içimize kapandık. Elimizde tek kalan şey ruhumuz; senin olduğunu sandığın Iphone 11 Pro Max ya da diğer putlaştırdığın şeyler değil. Bir gün ölüp gideceğiz ve putlaştırdığımız bu nesneler kalıverecek olduğu yerde. Artık hayatta kalanlar kendi zimmetlerine mi geçirir yoksa satar mı bilinmez. Bu yüzden nesneye bu kadar değer vermenin bir anlamı yok. Eşyalarını kaybedersen telafisi var ama ruhunu kaybedersen işte o zaman ağla. Ne demek istiyorum? Ruhunu şeytana satma yani! Şeytana uyma. Ve durmadan da şeytanlıklar düşünme artık, ne olursun!
Ey bu yalnızlığa itile itile karanlığın içine hapsolmuş post-modern insan! Bu modern diye bize kakalanan hayat tarzını benimseyeceğim diye kalabalıklar içinde yalnızlaştıkça yalnızlaştın. Kullandığını sandığın o akıllı telefonlar, bilgisayarlar seni kullanıyor da haberin yok. Artık en ufak seçimler arasında bile tercih hakkını kullanamaz hâle geldin. Birileri sürekli senin adına seçimler yapıp durmakta. Bu da idrak yollarında tıkanmaya yol açıyor işte. Ben de aynı durum yüzünden kıvranıyorum. Sokağa çıktığım her gün bir korku yaşıyorum. Böyle paranoyak hale getirdiler bizi, her gün televizyona çıkan o evham hanımlar ve kahin bozuntuları. Zaten karmaşık olan zihinlerimizi iyice karmaşık hale getirdiler. Paranoyak ve korkak olup çıktık. Sonuç olarak da tıkanmalarla hayatını sürdürmeye çalışan, sürekli kendi içinde çatışmalar yaşayan insanlar haline geldik.
Evet, korku krallığında yaşamanın bedeli budur! Artık hiçbir şekilde öne çıkmak, ”Ben de buradayım.” demek istemiyorum. Çünkü böyle yapanları hep kırıyorlar, parçalıyorlar. Ben bu kalbimin kırılmasından artık yoruldum. Daha kaç yerinden kıracaklar bu kalbimi!? Artık sadece bana verilen kağıtları kabul edip ömrümü tamamlamak istiyorum. İtiraz etmek bir işe yaramıyor. Mevcut sistem bu. Sivrilenleri devre dışı bırakıyorlar. Hapse atılan veya öldürülen politikacıları ve yazarları saymama gerek yok herhalde? Bu halde sessiz bir şekilde yaşayıp ölmek yapılacak en doğru şey. Evet, planım bu. Son olarak, eski bir hikaye ile bu konuyu bitirmek istiyorum. Bir adam psikiyatra gider ve der: ”Doktor bey, erkek kardeşim bir deli. O bir tavuk olduğunu zannediyor.” Psikiyatr şöyle yanıt verir: ”E, niye onu fırına tıkmıyorsun?” Adam bunun üzerine der: ”Dediğini yapardım ama yumurtaya ihtiyacım var.” Sanırım, bu saçma hikaye ile birlikte tıkanma mevzusu biraz daha anlaşılır hâle gelmiştir. Tamamıyla saçma ve mantıksız olan bu hikaye bize gösteriyor ki çoğumuzun, her ne kadar bazılarımız yumurtadan nefret etse de, yumurtalara ihtiyacı var. Belki de yumurtalarla bu idrak yolları tıkanmasından kurtulabiliriz.