İşte şimdi birbiri ardına gelmekten başka hiçbir ilişiği olmayan cümlelerle kanıtlayacağım, mektuplarına cevap yazmak için ne kadar çabaladığımı.
Selam kelimenin kudsiyetine inananların üzerine olsun!
Bir yorgun geceyi daha ağrılar ve sancılarla bitirmeye nöbetim.
Çok fazla yorgun idik, zira çok fazla didiniyorduk. Bunun edebiyatını da haddinden fazla yaptık. Yazdık çizdik. Evet, çizdik. Çizdiğim portreleri görenler hep renkli gözlü çehreleri seçtiğimi söylüyorlardı, velakin yanılıyorlardı. Tek kriterim yorgunluktu, belki de yorgunluğu en iyi renkli gözler gösteriyordur.
Sahi benim gözlerim renksiz mi? Ne vakittir kahverengi renk olmaz oldu?!
Tam sayı veremem, aylar…
Aylardır benden beklentisi olan herkese ısrarla, var gücümle direttim, yorgunum dinlenmek istiyorum dedim. O kadar çok çalışmıştım ki! İroni yapmıyorum. Çok çalıştım. Çok uğraştım. Kimsenin bilmediği içimde verdiğim harplerin, yenilgilerimin ve kazanımlarımın getirdiği bir yorgunluk bu.. Bugünlere gelmek şimdi olduğum ben olmak İçin kan döktüm..
O vakitler yazmak morfinden başka birşey değildi benim için. Yaralarımın acısını ancak yazarak dindirebilirdim. Ve kahve tabi..
Kısacası hayatın külliyatına kısa bir mola verdim. Ihtiyaçsızlık molası.
Ne yazdım ne çizdim ne okudum ne dinledim. Ruhumu alevlendirecek şarkılardan dahi kaçtım. Bulaşık yıkarken açtığım çingene müzikleri hariç, onlar sayesinde İspanyolca ve Yunancaya merak saldım bir de hadi hayırlısı.
Sonuç?
Dinmiş ve dinlenmiş bir kalple söylüyorum: Şükür güzelliği yaratanadır!
Az da olsa kendimce zihnimde kurguladığım paragraflar vardı. Fakat kalem oynamayı bıraktı. Huzurumun küçük kıpırtıları, varlığını hissetirince nefes almayı bırakıp ona yöneliyorum. Tarifsiz. Dakikalar geçti ne diyecektim ben?
Hı, Yorgundum, yüreğimin diplerine çekildim.
Hiçliği mesken edindim. Döndüm. Münzevi kelimelerle.
Sorun şu ki, artık ne yapacağımdan çok ne için yapacağımı bilmiyorum. Yüz çevirince herşeyden ve uzaklaşınca tuvalimden harcadığım onca boyanın ne uğruna harmanlandığını anlamıyorum.
Birşeyler başarmak, iyi şeyler yapmak, iyileştirmek, onarmak, yaratmak, güzellik katmak için, rıza için olduğunu sanarken hepsinin; üst üste binmiş renklerle egomu çizmekten öteye gidemediğimi görüyorum. Zühre hocam derdi hep zaten “Bu kadar fazla boyaya daldırmana gerek yok fırçayı, bu kadar bulama, bu kadar hırpalama ne kendini ne tuvali, şeffaf olsun renklerin, uyumlu ve samimi..”
Şuan neredeyim biliyor musun?
“Benim senin gibi birşeyleri başarabilecek insanların durmaması gerekir, yoksa zulümdür, israftır, vebaldir!” noktasından,
“Asıl herşey olabilmeye muktedirken kendini hiç edebilenler başarmıştır” noktasına…
Bu bir yükseliş mi düşüş mü bilemiyorum. Çok da bunun derdinde değilim zaten.
Huzuruma huzurlu bir dünya vermek istiyorum sadece..
Sözümü balla değil çikolatayla kesiyorum. Bugün dışarı çıktım. Yağmurdan kalma bir gün gibiydi. Çamurda boğulmuş kilit taşları da benim gibi inliyordu içten içe. Ordan oraya koşturduktan sonra faks göndermek için girdiğim kırtasiyeden bir kurşun kalem yanındaki bakkaldan da çikolata alıp döndüm eve. Resim yapmıyor olsam da kalemler ve boyalar beni mutlu ediyor. Tıpkı okumasam da elime aldığım kitaplar gibi. Ve tıpkı yazmasam da yanımda taşıdığım defterim gibi.
Çikolatamı yemek yeni nasip oldu, bakalım kalemi ne zaman kullanacağım.
Kurşun kalem deyince kurşun asker masalı geldi aklıma durduk yere. Hiç unutmam ben o masalı. Prenses mrenses boştu bunlar, yazılmış en iyi aşk masalı oydu bana göre. Annem bana o masalı ilk okuduğundan beridir balerinleri de sevmem. Yediğim balıktan çıkar mı Kurşun asker diye düşünürüm her defasında..
Sevdaya gelince,
Aşk eksikliklerini bir başkasında tamamlamak ya da güzelliklerine eş güzelliklere vurulmak değil de tek ayaklı kurşun askerin tek ayaklı sandığı balerinde kendisini bulmasıydı… Amma balerin sadece tek ayağının üzerinde duruyordu…
00.49 07.02.17
2 comments
Ve sen kıskandığım bir yazarsın 🙂
Bu asılsız övgülerle egosunun dibine vurduracağınız bir yazar olmayayım sonunda?!:)