Bir gece vakti farkına vardım içimde beliren hasretin büyüklüğünü. Her yerde kendini gösteren ayrılıkların ve uzaklıkların erimesiyle ilgili her insanın bildiği ve içinde taşıdığı bir özlemdi bu. Belki bu duygu mesafelerin azalmasına yönelik adımlar atmanın itici gücünü oluşturuyordu insanda; güneşli bir günde belirecek olan birlik bilincinin hazırlayıcısı oluyordu kendi başına.
Güneşli bir günde unutttum yalnızlığımı. Sonu denize varan kalabalık bir yolda insanlarla beraber yürürken dünyadaki zor yaşamın yükünü taşıyan milyarlarca insandan biri olduğum gerçeği düştü aklıma. Eğer diğer canlıları da hesaba katarsam aynı gezegendeki yaşamı sürdürme noktasında ortak paydada bizi buluşturan yarı gerçek birliğimizin üye sayısı daha fazla artabilirdi. Cansızları da katabilirdim hatta; cep telefonlarının, bilgisayarların, mobilyaların, sayısız araç gereçlerin bizimle beraber büyük evrensel kümede aynı anda bulunuyor oluşunu zihnimde zor da olsa belli bir yere oturtabilirdim.
Yağmur yağıyordu ve ayrımsız eşit düşüyordu herşeyin üzerine. Ağaçların dallarına ve yapraklarına, parklardaki çimlere, binaların çatılarına, üst geçitlere, ıslanmamak için gideceği yere hızlı adımlarla yürüyen insanların üzerine eşit düşüyordu. Bir kompozisyonu oluşturan öğelerin dizilimi gibiydi yaşamı oluşturan parçalar; toprak, yağmur, yeryüzü, gökyüzü, insanlar, canlılar ve cansızlar birbirlerini tamamlıyordu ortak bir öykünün içinde. Benim de yerim vardı bu öykünün bir yerinde.
Kuşlar havalanıyordu gökyüzüne, özgürlüğü anlatıyorlardı ve beraberdiler. Uzaklara bakınca ince bir şerit halinde denizi ve belli belirsiz gemileri görüyordum. Sanki özlem biraz diniyordu, içimdeki uzaklar da yakına geliyordu