Düşünürken aklını, severken kalbini, nefes alırken ciğerlerini ve konuşurken ağzını kullanan bizler insan soyunun devamıyız. Topraktan veya maymundan geldiğimizi düşünüp nereye varacağımız hakkında bilgi sahibi değiliz. Kimileri tarafından tanrı vasıtasıyla bize çizilen bir yol üzerinde yürüdüğümüz söylenirken, kimileri de insan iradesinin bu asfaltı kendi dökmüş ve dökmekte olduğunu savunmakta. Tüm bunların arasında yaşam dediğimiz; günümüzde yaklaşık 70 yılı bulan -bu yıl kavramının da yine biz insanlar tarafından uydurulmuş bir tabir olduğunu düşünürsek- veya bi ana denk gelen bu zaman aralığında biz neyi alıp veremiyoruz? Neden bu kadar kötüyüz? Neden bu kadar düşmanız birbirimize? Neden bu kadar yalnızız? Ve bir sürü cevapsız nedenler..
Cesaret edip geçenlerde izleyebildiğim ve defalarca daha izlemem gerek olduğunu düşündüğüm Tarkovsky’nin son filmi ve bu filmden sonra öldüğünü düşünürsek aynı zamanda hayata bir veda filmi niteliğinde ki “offret” nam-ı diğer “kurban” filmiydi. Şöyle bir diyalog vardı filmde;
insan hep başkalarına karşı savundu kendini.
başka insanlara, doğaya karşı.
durmadan doğaya karşı güç kullandı.
sonuç: güce, şiddete, korkuya ve bağımlılığa
dayanan bir uygarlıktan başka bir şey değil.
“teknik ilerleme” dediğimiz şeyin
bize getirdiği tek şey konfor oldu.
bir tür hayat standardı.
ve bir de gücü korumak için gereken
şiddet araçları. vahşiler gibiyiz!
mikroskobu, cop gibi kullanıyoruz.
hayır, yanlış.
vahşiler maneviyata daha çok önem veriyor!
hayat standardına gelince,
bir zamanlar bilge bir kişi
gerekli olmayan şey günahtır demişti.
ve eğer bu doğruysa…
uygarlığımız baştan aşağıya
günah üzerine kurulmuş demektir.
korkunç bir uyumsuzluk edindik.
maddi ve manevi
gelişmemiz arasında
bir dengesizlik söz konusu.
kütürümüz bozuk.
yani uygarlığımız.
temelde bir bozukluk var
Sanatçılar kuşkuşuz bunun için var – düşündüğümüz ama gerekli olan kelimeleri yan yana getiremediğimiz, okuduğumuzda, izlediğimizde veya duyduğumuzda işte bu! diye heyecanlandığımız, içimizin dışa vurumunu göstermek için. Bu diyalogta geçen kelimeler o kadar basit ki onların altında ezilir gibi olduğumu hissediyorum. Ve bir o kadar da can alıcı. Nereye gittiğimizin bir göstergesi.Tarkovsky’nin bozukluk olduğunu düşündüğü temel ise kuşkusuz insan soyunun temeli. Fakat onun da değinmekten kaçındığı ya da daha doğru bir ifadeyle bize bıraktığı bir soru var. Neden?
Biz insanlar neden böyleyiz? Bu bizim yaradılışımızda mı var yoksa sonradan mı öğrendik bu kadar cani olabilmeyi? Modernizm dediğimiz şey bizi daha ileriye mi götürüyor yoksa yerimizde saydığımızı görmekten bu kadar aciz miyiz?
oh, sevgili tanrım…
neden her şeyin tam tersini yapıyoruz?
her zaman!
bir erkeği sevmiştim…
başkasıyla evlendim.
neden?
sanırım, şimdi anlıyorum.
hiçkimseye bağımlı olmak istemiyoruz.
iki insan birbirini sevince…
..eşit sevmiyorlar.
biri daha güçlü…
..diğeri zayıf oluyor.
ve zayıf olanı düşünmeden seviyor.
hesapsızca…
bir rüyadan uyanmış gibiyim.
sanki başka bir hayatı…
..artık geride bıraktım.
nedendir bilmem, her zaman direndim.
bir şeylerle savaştım.
kendimi savundum.
sanki içimde başka bir ben vardı.
bana “kendini bırakma.” diyordu.
kendini hiçbir şeye
teslim etme.
yoksa ölürsün.
yüce allah’ım, ne kadar da aptalız.
Kuşkusuz bu son konuşma Tarkovsky’nin kendi haykırışları ve hayatında ki bir uyanışı gösteriyordu. Dediğim gibi bir veda filmi niteliği taşıyan Offret’ta belki de daha kendine dönük ve sorgulayıcı kelimeler kullanışı bundan. Bize ve filmin sonunda oğluna armağan ettiği bu film her ne kadar Tarkovsky’nin yaptığı filmlerden uzak ve farklı bir yönde yol alsada bence onu en iyi anlatan filmi.
Neyse Tarkovsky’nin film eleştirisini yapmak haddime değil fazla bulaşmadan oralara aslında anlatmak istediğim konuya yönelmek istiyorum. Bu yaptığım alıntılar ve çıkardığım sonuçlarla varmak istediğim yer “bundan 3-4 yüzyıl öncesiyle bugün yaşananlar arasında insanlık için fark nerede?” sorusu. Evet artık ceplerimizde son model telefonlar ve yürürken onlarla ahenkle ses çıkartan arabalarımızın anahtarları var. Ya da artık binlerce liralık ultralux evlerimiz ve içlerinde her geçen gün büyüyen televizyonlarımız.
Peki bundan 2-3 yüzyıl sonrası? Arabalarımız yolda değil havada ilerleyecek ve belki biraz fazla bilim-kurgu sevenler için oradan oraya ışınlanıp durucaz. Fakat bu çağdaşlaşma dediğimiz şey insan yaşamını kolaylaştırmak amacıyla ortaya çıkan ve salt amacı bu olan sözde modernizm denen şey biz insanlara daha fazla konfor daha fazla parlaklık daha fazla görkem daha fazla görkemden fazlasını katmıyorsa bunun adı modernizm mi olur cidden?