Aklımda çalan o müzik, açmaya başlayan çiçekler… Bunlardı işte huzurun habercisi. Aslında en önemlisi de bana seni çağrıştırıyordu tüm bunlar. Bir an önce gelsen de keşke bu dağınık ve karanlık odayı beraber toplasak ne de güzel olur aslında. Sensiz bir anlamı olmayan kırık dökük birkaç eşyadan ibaret hepsi. Anıları çekince bu odadan çekip gitmek geliyor içimden düşen her damladan sonra. Belki de seni düşleyerek baharı beklemek gerek bazen. Belki de bir dal yakarak bu mümkün olur. Zorla çiçek açtırdım bahçedeki ağaçlara sırf baharın geldiğini sana kanıtlamak için. Bak, yağmur yıkıyor toprağı -geçmişten kalan o izleri-. Akla hayale koymak istemediğimiz o şehirler, tanıdık yüzler, sokaklar, caddeler ve geride bıraktığımız ne varsa çoktan toprağa karıştı hepsi, yağmurla yıkandılar bir dahaki baharlarda üzerine taptaze tohumlar ekmemiz için.
Karşında yanıyor düşüncelerim aklıma geldiğin andan itibaren. Yoksa bunu hiçe sayıp aynı zamanda sen de baharı mı yakıyorsun? Neden tam da böyle bir zamanda ama? Baharın gelmesine çok az kaldı. İçimdeki sensizliğe karışan sessizliğe söz geçiremez oldum, artık dinlemiyor beni. İlle de sen diyor, engel olamıyorum bir türlü. Her yanımda sensizlik varken neden yazacağım bunca şeyi? Özür diliyorum senden, aslında bunu başarmış olmam gerekirdi; sana “Özledim” kadar kısa ve anlamlı bir cümle kurmalıydım fakat olmadı, diyemedim, konuşmaya çalıştım konuşamadım. Kalpten gelen cesaretim dudaklarımda kırıldı. Cesaret de yetmiyormuş bazen, cesaretin somut haliydi sana karşı kurduğum her cümle. Dudaklarımda taşıdım onca kelimenin ağırlığını, dudaklarım yandı her defasında söyleyemediğim onca kelimeden sonra. Hiçbir zaman“Özledim” diyemedim. O günden beri hep yazıyorum. Oysa hep istemişimdir ağzım yorulana dek adını tekrar etmeyi. İçimdeki sensizliğe susamış kalbimi adınla sulamak benim için hep bir hayaldi.
Mevsimsiz Sohbet