Bir başkası onun gibi olamıyordu, öyle değil mi? Bir başkası, aşkın a harfine bile dâhil olamıyordu. Sadece o vardı, sadece onu sevmek vardı, yalnızca şu dünyada tek erkek olarak sadece o vardı. Her insan âşıkken en çok aptaldır, bunu da kabullenmiştin. En çok aptal olduğunu işte! Kalbinin mührünü alıp da sana bile vermiyordu sanki öyle değil mi? Aşkının yetimliğinde öğrenmiştin bir başkası tarafından yaşamak lüksün dahi olsa kimsenin onun gibi olamayacağını.
Aşk, durakta son yolcu kalmayıncaya dek peşinden koşturmakla yükümlüdür sevenleri… Sancını bir annenin doğum hali gibi görmesen de aşk sancısı da doğumdan sonraki en büyük ikinci sancıdır.
Onu seviyorsun, hani ne vakit aşk damardan girip zehrini sana akıttıysa o zamandan beri.
Hiç gelmeyecek olan bir gemiyi rıhtımda beklemek gibi bir şey senin halin. O gemi sana uğramayacak olsa bile rıhtımın hatırlı yalnızlığına destek olmak gibi.
Gelse her şey değişecek belki, kırık kanatlarından aşk yuvası yapacak; o vakit unuttuğun mutluluğu yeniden hissettirecek sana. Bir gelse bir sevse her şey değişecek belki.
Aşk, bulduğunu kaybettiğini fark ettiğin anda sobadan farksızdır. Elinle ayaklarınla; bedeninin gönüllü çılgınlığıyla dalmasan da o sobaya, bir kere kalp çoktan kendini teslim etmiştir.
Hâlâ sadece onu seviyorsun, hem de deli gibi. Hiç geçmeyecek olan çocukken düştüğün zamandan kalma yaran gibi. Onu hâlâ çok seviyorsun, başka insanları görmez gibi.
Eğer bir gün, gün senden ziyade seninle onu da barındırırsa içinde; umut sonsuza dek misafiriniz olur belki.
Acıyor, kanıyor, çok sızlıyor, öyle değil mi? Acımıyormuş gibi yapma. Yüzünün her kıvrımından belli…
Gözlerinin güleç teslimiyetinden ayrıldığın o günden beri sızlıyor her daim.
Yine de onu seviyorsun hâlâ, bunca şeye inat; öyle değil mi? Aşk zaten en çok bu vazgeçememek halidir.
Farkında olmadan kalbini ellerine vermişsin, ayaklarının altında ezerek kalbinin bir parçasını bile vermemiş gibi.
Ucundan, ufacık, küçük bir kısmından da verse sana yeterdi, öyle değil mi? Aşk zaten en çok bu kanaatkârlık değil midir?
Ona gitmek istiyorsun, dün gibi, her zamanki gibi. “Sana geldim, yalnızca sana geldim” dediğinde seni kovacağından korkmasan gidecekmişsin gibi. Aşk zaten hep on adım ileri, bir adım geri değil midir?
Korkuyorsun. Gökyüzünün ezberlenmiş hâlinde güneşi çalmak gayretlerin de oluyor ama yapmıyorsun, artık eski sen değilsin. Sadece seviyorsun, kapı aralığından gizlice onun yaşamına bakar gibi.
Aşk zaten en çok bu kahroluş değil midir? Kahroluyorsun, bir elini uzatsa bütün bir hayatını ona feda edecekmişsin gibi…
Dilâra AKSOY