Hani böyle eve gelirsin işten
güçten yorgun, daha kapıya varmadan mis gibi kokular tüter burnuna doğru…
Acıkmasan bile acıkmaya başlarsın, bir yandan da merak basar içini “acaba
ne yemek yaptı” diye… Kapıyı açarsın, önce evladın sarılır boynuna
“babaaa” der. Evladın
kucağında o yemek kokularına doğru mutfağa gidersin, hanım salatayı
yetiştirmeye çalışıyordur, sen yanağına bir öpücük kondurur “kolay
gelsin” dersin. Sonra masaya bakarsın, her şey dört dörtlük, hani iki tas
çorba iki tabak pilav da olsa, dört dörtlüktür her şey… Ocağa öylesine bir
göz atarsın, tencerelere bakar kokuyu içine çekersin… ” Allah bee, daha ne
olsun ellerine sağlık ” dersin. Hanım “çok konuşma da gel bana yardım
et, çatalı kaşığı koy masaya” diye söylenir sen de “hemmen, ne demek” diye
karşılık verir aynen onun dediğini yaparsın. Sonra hep beraber masaya
oturursunuz, eşin bir yandan evladına yemek yedirmek için uğraşır, sen de deli
gibi çorbaya ekmek banarsın… Bir an, öyle bir iki saniyeliğine,
karşındakilerin o tatlı yemek kavgasına bakar sonra ” sofraya” bir
göz gezdirirsin. Ve sahip oldukların için, böyle karnının en derinlerinden
kalbine ordandan yüzüne tebessüm olarak vuran “mutluluğa” şükredersin…
İşte “sofra”nın bir evdeki önemi budur.
Sofra olmazsa o ev evlikten çıkıyor, hele ki şu yılbaşı gününde “dışarıda ne yapacağım nereye gideceğim vs.” gibi telaş ve kavga içinde olanlara bir lafım var… Sevdiklerinizle oturup bu özel sayılan günde güzel bir sofra kurun kendinize ve tadını çıkarın… Hiçbir konser, hiçbir şatafatlı eğlence bunun tadını veremez. Kaybedince çok üzlürsünüz sonra, insanın sevdikleriyle beraber olması gibisi yok çünkü…