I.
Burnuma birden bir egzoz kokusu dayandı. Hani o sabahın güneşle akran olduğu vakitte uzun uzun yollara götürecek bir arabanın içine sinsice sinen egzozun kokusu. Çocukluğuma ait bir koku. Nicedir binmiyorum arabalara. Ama bu koku beni götürdü çocukluğuma.
Bu güneşi de çok özlemişim. Sanki yüzyıllardır duran yıldız her mevsim yerini bir başkasına bırakıyormuş gibi. Bu koca yıldız o arabanın içine girer de yan koltuğa usul usul oturur hiç rahatsız etmeden. Baban vardır ön koltukta, direksiyonun başında. Yalnız yolda olmanın sesidir duyduğun. Motorun sesini bile bastırır bu. Sanki cam yokmuş gibi bakarsın dışarı, göğe, tarlalara, tepelere, ağaçlara… Bir şehre ya da gidilecek yere varmamayı umarsın içten içe ve çok şeyden eminsindir, her şeyden değil. Mesela baban yol boyunca hep o ön koltukta olacaktır. Ya da sen hep arka koltukta oturmadık yer bırakmıyor olacaksındır.
II.
Bir yerinden sonra tepelerin, yerini gök doldurmaya başlayacak. Sabah pek erken çıkıldı yola, sarsıntı, anne dokunuşuna benzedi. Çocukluğun evveli uykuyla adaş. Göğün bulutları sarıp sarmalıyor gözlerini. Araba yolda değil gökte gidiyor artık. Heyecan basıyor her yerini. Bağırmak istiyorsun mutluluktan da büyüsü bozulacak diye çıkarmıyorsun sesini, uçmanın tadını çıkarıyorsun. Güneş yavaşça kısıyor gözlerini…
Gözlerini açıyorsun. Virajları dönüyor otobüs, kibar olmayan gürültüsüyle. Baban değil ön koltuktaki. Ama zaten ön koltuktakini düşünmüyorsun artık, sanki daha önce hiç düşünmemişsin gibi. Artık emin olduklarının sayısı elinin parmaklarıyla yarışa dahi kalkışamıyor. Yine yoldasın. Yine varmak istemiyorsun içten içe gidilecek yere. Camı fark etmeden dışarı bakıyorsun. Bu kez yıldızları görüyorsun, tepeler ve ağaçlar daha kuru. Koca yıldızın yeri sanki dolmamış. Ay, olduğu yerden bakıyor sana. Kimse ona bakmıyor senden başka. Aranızda özel bir bağ oluyor. Kimse sana bakmıyor ondan başka. Fakat öyle uzak ki, eksiklerini dolduramıyor konuştuklarının. Anlıyormuş gibi yapıyor…
Otobüs gidiyormuş gibi yapıyor. Çiğnediği yolları hazmetmeden. Bu kadar hız ne diye anlam veremiyorsun. Bağırmak istiyorsun yalnızlıktan da büyüsü bozulacak diye çıkarmıyorsun sesini, yalnızlığın tadını çıkarıyorsun. Kalbin yavaşça kısıyor gözlerini…
III.
Gözünü açmaktan yorulmuşsun. Güneş var, yan koltuğa geçip seni rahatsız etmekten çekiniyor, ısıtmıyor hâliyle. Şehrin girişini görüyorsun, her yer yavaş yavaş beton, yavaş yavaş fabrika bacası, yavaş yavaş hoşgeldiniz tabelası. Uyumaktan pişmanlık duyuyorsun, zamanın durmadığını anladığından uyuduğun vakitlerde, uyandığının ertesi gün değil de hayatının sürekliliğine dahil olduğunu anladığından.
Muavin çocuk teşekkürlerini sunuyor, şu sabah güneşi kadar sıcak sesi mikrofonda boğuluyor. Koridorda inmek telaşı görünüyor. İnmemek geliyor içinden ki eşyan az olduğundan ilk inen oluyorsun. Terminalde biraz oturmak, onca yolu hazmetmek, vardığını kabullenmekle meşgûlsün. Sonra yanına oturanlarla göz göze gelip konuşmuyorsun.
Senin yerine konuşsun diye sesini açıyorsun kulaklığındakinin. Şarjını tüketiyorsun telefonun, yirmiliklerini tüketiyorsun hayatının.