Bir hayat gayemin olmadığını hissediyorum. Bu his benim ipi kopmuş bir uçurtma misali rüzgarda savrulmama sebep oluyor. Hayali, hayat gayesi olmayan insan işte bana benzer. Böyle her yalnız kaldığında derinden yaralanır. Bunca şeyi neden yapıyoruz? Bu kadar acımasız olmaya gerek var mı? Kurtlar sofrasına oturduk diye illa kurt olarak mı kalkmalıyız o masadan? Bunların aksi mümkün değil mi? Tüm bu sorular zihnimde dönüp dururken her zerrem bağırıyordu: ‘Bulamazsan başaramazsın’ Her zerrem böyle naralar atıp beni içine düştüğüm karanlıktan çekip çıkarmaya uğraşıyordu lakin benim benden başka kurtarıcım yoktu, olamazdı.
Amatör de olsam; kalemimden uzak kaldığımdan beri ne hissettiğimi, ne hissetmem gerektiğini, nasıl olduğumu düşünmüyorum. Kalemimin mürekkebinin kalbimden akmasına izin verdiğim vakit ben esas ben olabilirim. Kendimi tanımamın yolu o sınırlı mürekkepten geçiyor, biliyorum.
Sayfalarca yazıyorum. Ya sonu gelmiyor ya da manasızlaşıyor. Bir şeyler eksik. Hep eksiğim, hep yarım… Birine gerçekten itimat etmek istiyorum. İtimat etmek, sevmek… Bu duyguları tatmak lakin pişman olmamak istiyorum. Yoksa yazdıklarımın satır aralarına, bembeyaz sayfalarıma kalp kırıklığı ve keder kara bir leke gibi yapışacak.
Hayat gayemi bulduğumda, insanlığa faydalı olduğumda son bulacak benim defterim. Ve ben inanıyorum ki beyaz sayfalarla başlayan bu yolculuğum yine beyaz bir sayfayla bitecek. Pişmanlıklar olmadan… Acı olmadan diyemem çünkü mutluluk ve başarı kimseye gümüş tepside sunulmamıştır ama her zerresine değmiştir. Bana inanmıyor musunuz? Kitaplar bunu yüzyıllardır farklı lehçelerde, aynı hikayelerle yazmadı mı? Tarihe şahitlik etmiş kitapları okumadınız mı? Şimdi ben bu yazıyı yazıyorum çünkü bu kendime gelecek için bilet. And olsun ki bir an için bile olsa vazgeçmeyeceğim kendimi aramaktan. Siz de vazgeçmeyin, bu yazı bizim sözleşmemiz olsun. Feshedilmesi imkan dahilinde bile bulunmayan, yüce bir sözleşme…