Çocukluğumdan beri hep dizlerimin üzerine düşerim ben. Kanar, acır, üflerim ve geçip gider. İzi kalmıştır hep o zamanlardan ama. Biri bisikletten düştüğüm, diğeri top oynarken… Biri ağaçtan erik toplarken kesilen, diğeri saklambaç oynarken çarpılıp ezilen.
Anlayacağın küçüklükten yaralıyım ben…
Sonra büyüdük işte. Elimizdeki salçalı ekmeği bıraktık, koşar adımlarla sevgiye aç yüreğimizin sesini dinleyerek aşk’a koştuk. Ne haddimizeyse artık. Köşeyi dönerken kitaplar çarpışmadı belki ama yürekler çarpıştı. Göz göze gelinen o anda, hücrelerimiz birbiriyle çoktan tanıştı. Ruh bedenden ayrılmayı isterken, adeta sımsıkı birbirine yapıştı.
Anlayacağın öyle başladı aşk.
Büyüdü, gelişti sonra dört yapraklı yonca. “Şans getirdi birbirimize.” dedik. Ta ki gök gürleyene, şimşek çakana dek. Aniden bastıran yağmur, ardından gelen selle birlikte yerle bir oldu her şey. Tozu toprağa kattı, ne varsa aldı götürdü her şeyi. Tutamadık.
Anlayacağın öyle sonlandı sevgi.
Çok geçmedi, rutubetli odaya hapsetmiştim senden sonra kendimi. Küf kokan hatıraların arasında, nefes almakta zorlanıyordum yıllardır. Çocukluğumdan kalan yaraların izlerine bakıp, senin açtığın yaraya bakıyorum. Kanıyor. Kabuk bağlıyor. Kanıyor. Üflüyorum. Geçmiyor.
Aydınlığa tahammülüm yok artık. Karanlıklar daha çok huzur veriyor. Kapat perdeyi, ışık gözüm alıyor.
Yani anlayacağın…
Neyse…
Anlamazsın ki sen.
aLi M./18.10.2013