Duydum ki bildiklerim bildiklerini anlamaya yetmemiş,
Duydum ki bir cumartesi sabahı puslu bir gün ışığında nikahınız kıyılmış; benim canımla beraber.
Duydum ki adım İstanbul’un Beyoğlu sokaklarında üşümüş bir dilencinin üstünü örtmek için kullanılan bir paçavra kadar ; sıfatsız,çoğulsuz,tekinsiz kalmış.
Duydum ki duymadıklarım duyduklarını bilmeye yetmemiş,
Sen şu Kaf Dağın’dan çıkarılan büyüklükteki bir pırlantayla soyadına katmışsın onun adını.
Hiç canın yanmamış sözde öyle dedi görenler,inanayım mı bilemedim önce, sonra elime batırdım kalemimi…
Gördüm ki adım adına yakışmamış anladım ki fethettiğin kaleler zapt edilmiş.
Bildim ki beyaz en çok size yakışmamış yüreğimin kuytusunda ki şair idam edilmiş o düğün gecesi.
En kazanılmaz bahisler oynanırken istanbul’da,
Herkes seni anlattı sene karışmış sizi anlattı,bahsetti .
Ben kaç kere adadım bilmiyorum sana kitapların safrana karışmış sarılığını,
Sen ki eski bir Osmanlı resminde onu Sultan etmişken ben şimdi hangi sarayın hangi sürgüne yollanmış Sultanı oldum da,
O padişahın gözdesi oldu ?
Ey zamanın sahibi ! Sen gönlünce hangi zamanı atfettin ona biz bu zamandayken ?
Sen o fesi başına nasıl taktın ve gözü sürmeli hatunların eline alıp, kaytam bıyıklılarına bakmaya kıyamadığı o şemsiyeyi o kadının eline nasıl verdin ?
Sen zamanı hangi aklınla, aklınca aldattın?
Zaman aldanır mı ki Ey bilinmezlerin bilinmişi ?
Odam daki şarabı sana miras kılsam ya da safrana sevdalanmış katran gecelerimi,zengin eder mi hazineni ?
Hazinem sana aitken, sen 1.tekil kişinin aitliğinde kaybolmuş kendini bilmiyorken…
Sana yazılanlar yazacaklarımın temennisiyken …
Söz son nefesimde dahi bir çam ağacı eşlik edecek hatırana,üzerinde adın yazılı binlerce çaput salınacak rüzgarda.
Kader KİBAR