30 Ağustos 2015 tarihinde yayınlanan yazının devamıdır.
Mustafa Kemal, Samsun’a çıktığında 37 yaşında olan, türlü tecrübelere sahip, üstelik gençliğin verdiği enerjiyi de avuçlarında hisseden bir kumandandı. Geçmişte yaşadığı ve gözlemlediği hatalar sebebiyle analiz yeteneği oldukça yüksekti ve bu sebeple, Kurtuluş günlerinin cenderesinden ustalıkla geçti. Peki ya Mustafa Kemal’in 20’li yaşlarında yaptığı hatalar? Yunus Emre’nin sözünü hatırlayalım: “Hiç hata yapmayan insan, hiçbir şey yapmayan insandır.”
Atatürk’ün din düşmanı olup olmadığını tartışmadan önce, Birinci Dünya Savaşı yıllarının öncesine ışık tutan sözlerini ve devamındaki olayları sizlerle paylaşmak isterim.
“Efendiler, adı geçen rahmetli Abdülkerim Paşa, benim çok eski arkadaşımdı. Çok namuslu, gayretli, temiz kalpli bir yurtseverdi. Selanik’te ben kolağası, o binbaşı olarak bir büroda çalışmış, yıllarca özel arkadaşlık etmiştik. Rahmetlinin tavırlarından ve sözlerinden, tarikat üyesi olduğu anlaşılıyordu. Bazı tekkelere devam ettiği de görülmüştür. Fakat herhangi bir şeyhe bağlı olduğunu bilen yoktur. Çünkü, kendisini inançlarında ve vicdani değerlendirmelerinde taşıdığı manevi dereceler yönünden ‘hazret-i evvel [ulu kişi], büyük hazret’ olarak kabul ediyordu ve kardeşlik çevresi içinde yer alanlara hazret, kutup, tarikat ulu’su vb –kendisince uygun gördüğü, karşısındaki kişideki yeteneğe göre- unvanlar verirdi. Bana da kutbül’aktap [kutupların kutbu: en ulu kişi] derdi.” [1]
Yukarıdaki paragrafta alıntılanmış bölüm oldukça dikkat çekicidir. Mustafa Kemal’in yetişkinliğe adım attığı dönemlerde belli tarikatlara üye olan, hatrı sayılır insanlar tarafından kucaklandığını ispat etmektedir. Nutuk’un devam eden bölümlerinde Atatürk’ün Abdülkerim Paşa ile olan telgraf yazışmalarını bulacaksınız ve 27/28 Eylül 1919 gecesi ikilin telgraf cihazlarıyla – günümüz tabiriyle – chat yapmış olduğuna şahitlik edeceksiniz. Şifresiz yaptıkları bu görüşme İstanbul’daki saltanat makamı, Damat Ferit Paşa hükümeti ve itilaf çevreleri tarafından izlenir. Abdülkerim Paşa ve Mustafa Kemal, hükümetin icraatları üzerine kısa cümlelerle telgraf başında sabahın ilk ışıklarına kadar iletime geçerler ve 4 gün sonra (2 Ekim 1919), Damat Ferit Paşa hükümeti istifa eder.
“Anadolu’daki ulusal kuruluşlar ilçe ve bucaklara kadar genişledi. İngiliz koruması altında bağımsız bir Kürdistan kurulması hakkındaki propaganda ortadan kaldırıldı ve taraftarları yola getirildi. Kürtler Türklerle birleşti.” [2]
Elinde Atatürk posterleriyle gurbetteki Kürt işçilerine saldıranlar, kitapevlerini yakanlar! Size sesleniyorum. Atamız ‘Kürtler Türklerle birleşti’ diyor. Yani, ‘Biz kurtuluşa erişebilmek için Kürtlerle bir arada hareket ettik. Çünkü buna ihtiyaç duyduk.’ diyor ve üzerinden yıllar geçtikten sonra bunu Nutuk’un ilk sayfalarına açıkça not düşüyor. Öyleyse, ne diye bu insanlara saldırıyorsunuz?
Yine bir başka bölümde İstanbul Hükümeti’nin entrikasını, Mustafa Kemal’in bir Ali Cengiz oyunuyla alt ettiğini görüyoruz. 29 Ağustos 1919 günü bir heyet ile Erzurum’dan ayrılıp Sivas’a ulaşmak üzere yola çıkılır. Erzincan civarlarında deneyimsiz jandarma subayları telaşla Mustafa Kemal’in yolunu keserler ve Dersim Kürtlerinin yola pusu kurduğuyla ilgili istihbarat aldıklarını söylerler. Atatürk’ün bu olay karşısındaki sözleri aşağıda alıntılanmıştır.
“Ben, önce, gerçekten boğazın tutulduğuna inanmadım. Bunu, İstanbul hükümeti yanlısı olabileceğini tahmin ettiğim bazı kimseler tarafından, sırf beni geri dönmeye zorlamak için uydurulmuş bir plan olarak kabul ettim.” [3]
Bu paragraf sayesinde, Atatürk’ün daha Kurtuluş günlerinin başında İstanbul Hükümeti’nden ziyade Tunceli halkına güvendiğini ve başını resmen Kürtlere emanet ettiğini görüyoruz. Nitekim yol boyunca Mustafa Kemal ve arkadaşları hiçbir eşkıya tehdidiyle karşılaşmazlar ve Sivas’a zamanında varırlar. Bu yadsınamaz olaylar ve ifadeler sayesinde Atatürk’ün bir Kürt düşmanı olmadığını da ispatlamış oluyoruz. Ayrıca, yazılı telgrafların birçoğunda Batı Anadolu’daki gayrimüslim halkın korunabilmesi için Mustafa Kemal’in emrindeki subaylara verdiği direktifleri göreceksiniz.
Beni Nutuk’un en çok şaşırtan bölümüne de değinmek isterim. Arşiv niteliğindeki bu kitabı okumadan önce kayıtsız, şartsız kurtuluşa toplumun en azından bir kesiminin inandığını düşünüyordum, ama gerçek böyle değil. Herkesin ne kadar coşkulu bir kanaat önderi olduğunu kabul ettiği Halide Edip Adıvar’ın Mustafa Kemal’e yazdığı uzun telgraf beni epey şaşırttı. Halide Edip Adıvar, yaklaşık 4 sayfalık telgrafında paşayı milli kurtuluş hareketinden uzak tutmak için ikna etmeye çalışıyor ve makul bir çözüm olarak kendisine Amerikan mandasını sunuyor. Telgraftan alıntı yapılan paragrafta, Halide Edip Adıvar’ın sözlerini bulacaksınız.
“Amerika, Doğu’da mandaterlik yapmak ve Avrupa’da başına dert çıkarmak yanlısı değildir. Fakat onların gurur meselesi yaptıkları şey, yöntemleri ve idealleriyle Avrupa’dan daha üstün bir ulus olmak iddiasıdır. Bir ulus, içtenlikle Amerika ulusuna başvurursa, Avrupa’ya, girdikleri ülke ve ulusun yararına nasıl bir yönetim kurabildiklerini göstermek isterler.” [4]
Eğer Halide Edip Adıvar bile kurtuluş hareketi yerine, Amerikan mandasına sığınmaya razı olduysa, demek ki Mustafa Kemal gerçekten de kayıtsız, şartsız kurtuluşa inanan yegâne kişi olarak işe başlamış demektir. Tarih, tek başına inandığı değerler uğruna harekete geçen liderlerin azmiyle değişmiştir.
Tüm İzmirlilerin ve İzmir’e gönül verenlerin 9 Eylül Kurtuluş Günü kutlu olsun.
Sercan Leylek / OSLO
Referanslar:
[1] Türkiye İş Bankası, Kültür Yayınları, Nutuk, Sayfa 117/118.
[2] Türkiye İş Bankası, Kültür Yayınları, Nutuk, Sayfa 113.
[3] Türkiye İş Bankası, Kültür Yayınları, Nutuk, Sayfa 55/56.
[4] Türkiye İş Bankası, Kültür Yayınları, Nutuk, Sayfa 65.