Herkes sevmez ekmek içlerini. Serçeler hariç.
Güneşli bir güne uyanmıştı. Olacaklardan haberi yoktu. Sandalyesine oturdu, kahvesini yudumladı. Nereden geldiğini bilmiyordu, nereye gideceğini çok iyi biliyordu. Dünün izleri, yarının heyecanları ona hala umut veriyordu. Sabahın altılarında ses çıkararak yüzen amcalar, gıcırdayan sandalyeler huzurunu kaçırıyor olsa da bugüne çok pozitif başlamıştı. Çam ağaçlarının yapraklarının arasından süzülüp gelip çadırına çarpan rüzgara döndü yüzünü. Küçük bir serçe. Acaba kalbinin boyutu ne kadardır diye düşündü. Çeyrek ekmek vardı yanında, ekmeğin içini oydu hemen. Ekmek içi dedi, serçelere verilmeli. Ekmek içi. Sevmezdi ekmek içlerini çok. Ama onların da bir sebebi varmış demek ki dedi, serçeyi izledi. Yaşamın anlamını serçeler üzerinde bulabileceğini pek düşünmezdi.
Kumdan gelen pati sesleriyle birinin daha yaklaştığını fark etti. Hayvanları fazla düşünmüş olacak ki gelen pati sesinin bir insana ait olduğunu düşünemedi. Ayak o ayak, pati değil. Günaydın. Gelen kişi 35 yaşının üzerinde, saçları hafiften dökülmüş ve bunun üzüntüsünü yüzüne yansıtmış bir beyefendiydi. Beyefendi deme sebebi; üzerinde gömleği, pantolonu ve elinde kitabı olmasıydı zannedersem. Ben öyle tahmin ediyorum. Günaydın dedi boğuk bir sesle. Güneşten dolayı kaşlarını çatmış bir şekilde ilerledi. Serçeler ve beyefendiler. Bir gün uyandığımda bu iki şey üzerinden hayatı sorgulayacağımı düşünmezdim. Beyefendi uzaklaştı, serçe zaten ekmek içini alıp uçup gitmişti. Şimdi yine her zamanki gibi yalnızdı. Planladığı gibi çeyrek ekmeğini yedikten sonra vapur ile karşıdaki adaya gidecekti. Tüm bunlar için 1 saat 13 dakikası vardı. Hali hazırda yazmakta olduğu kitabına ekleme yapmak için yanında defter getirmişti. Deftere bir şeyler karaladı. Serçeden bahsetti, beyefendiden bahsetti. Cümlelerini şöyle bitirdi, Acaba o beyefendi de ekmeğin kabuk kısımlarını seviyor mudur?