Eğer varoluşu anlamsız olarak kabul ettikten sonra “ya şimdi ne için yaşayacağız?” sorusuyla baş edemiyorsak, demek ki artık yaratıcılığımızı konuşturmanın zamanı gelmiştir. Camus özgün yaşamamız gerektiğini, itinayla yaşamanın erdemli olacağını belirtir. Aynı şekilde Sartre da insanı zaten sahip olduğu özgürlüğünü kavrayabilmesine istinaden yaşaması gerektiğini söyler. Hiç kuşkusuz bunlar itiraz edemeyeceğim savunmalardır, lakin bunların da birer bağımsız “anlam”ın yokluğundan dolayı kendi yarattığımız öznel tasarılar olduğunu da unutmamak gerekir. Peki hayata yükleyeceğimiz kendi tasarımız olan bu anlamı ahlaki değerler ölçüsü dışına çıkarak tasarlamaktan bizi alıkoyan nedir? Dürtülerimiz mi, sağduyumuz mu yoksa toplumsal sözleşme mi? Bu tasarıyı toplum için uygunlaştırma hakkı da fazlaca bencillik sayılmaz mı? Bu bencillik tasarının içeriği ahlakla donanmış olsa da olmasa da değişmez. Bireysel tasarılar yapabilme hakkımızı zaten bizden bağımsız bir “anlam”ın olmadığını önkoşul olarak aldığımızda kazanmıştık. Lakin bu hakkı tasarıları bireyselden kollektivist boyuta büyütecek kadar kutsal görmek fikrimce çok çelişiktir.