Bugün, yarın ve herhangi bi gün yürüdüğünüzde etrafınızda görebileceğiniz ama asla yapmayı kolay kolay düşünmeyeceğiniz bir meslek ve bu meslekle hayatını idame ettirenlere yaklaşalım istiyorum bu yazımda, çöp toplayıcılarına. Çocukluğunuzdan bu yana görmeye alışkın olduğunuz bir meslektir aslında. Zira varoşta yaşıyorsanız daha da bol görebilirsiniz.
Biraz empati yapalım ve bu işle uğraştığımızı düşünelim. Şirketlerde yükselme hayallerinden çok farklı olacak bu. Zira ne müdürlük var bu işte ne de yalakalık yaparak daha iyi para kazanmak veyahut iyi şartlarda çalışma saatleri. Sizler karnınızı doyurmak için başkalarının atıklarını toplamak zorundasınız ve koku da görüntü de ne kadar tiksindirici olursa olsun bu işi yapmalısınız. Kağıt toplamalısınız ve kağıdın kilosuna komik rakamlar ödenmesine rağmen bunu yapmak zorundasınız. Çünkü her insan gibi siz de karnınızı doyurmak zorundasınız. Böylesine zorlu bir empatiye hazır mısınız?
Hakkında detaylı bir bilgi sahibi olamayacağımız mesleklerden birisidir. Çünkü çoğumuzun bu işle uğraşan bir tanıdığı yoktur bile. Benim yazabilmeme vesile olan ise “Çöpte Dostoyevski Buldum” belgeselidir ve yönetmeni Enis Rıza’ya da böyle bir çalışma yapmış olduğu için canı gönülden teşekkür etmemiz gerekir. Belgeseli izlediğinizde karşınıza çıkan bir çocuğun yokluk içinde kendine bir iş seçme zorunluluğudur ve o çöp toplayıcılığı en özgür çalışma biçimi olarak görür ve seve seve seçer. Hayatını idame ettirebilmenin yolu budur ve hatta daha çok çöp üreten bir şehre hayalleriyle gelir. İstanbul’da verdiği çöp toplama savaşı ve bu savaşa nasıl yılmadan devam ettiği anlatılır. Bir gün çöpte bulduğu bi kitabı okuması ve kitap aşkını edinmesiyle hayatında büyük değişiklikler yaşamaya başlar ve sonunda sahaf olarak karşımıza çıkar hemde gerçek bir sahaf olarak. Yine de belgeselde sürekli olarak çöp toplamanın onun için en özgür iş olduğundan bahseder ve bununla gurur duyar. Sahafına gelen bir çok üniversite öğrencisine hocasından daha iyi kitaplar önerebilen bir entelektüelliğe de erişmiştir. Ayrıca yaşadığı evin etrafında onu tanıyan kedilerin varlığı ve onları beslemesi de bizi tebessüm ettirmektedir.
Bu belgeselden sonra çöp toplayıcılara olan saygım ve bilgim artmakla beraber bir insanın azmi sayesinden neler başarabileceğini daha iyi anladım ancak her çöp toplayan gencin kaderi böyle midir?
Bursa’daki 6 yaşında olmasına rağmen çöp toplayan kardeşimizin kaderi hayallerini görebileceği kadar yaşamasına izin vermiş midir? Bizler yanıbaşımızda herkes gibi hayatını kazanmak için çöp toplayan insanların varlığından ne kadar haberdarız? Onların da bizler gibi insanlar olduklarından ve hayalleri olduğunu ne kadar umursuyoruz? Kaçımız onlarla aynı kaldırımda ya da yolda ilerlerken saygı duyarak ve insanların bu koşullar altında çalışmak zorunda kalmasından utanarak düşüncelere dalıyoruz ki? Yücel Arı’nın hayalleri vardı daha okula bile başlamamıştı ama hayatın acımasızlığı onu sokaklarda kardeşleriyle çöp toplamak zorunda bıraktı ve gerisini hepimiz de gazetelerden ve televizyonlardan biliyoruz.
Artık konuşmamız gerekenin neden bu yaşta bir çocuğun çalıştığı değildir. Bugün artık bu toplumun konuşması gereken insanların neden bu işi yapmak zorunda kaldığıdır? Neden komşumuz aç olduğu halde tok olduğumuzda suçluluk duymuyoruz? Neden insanlığın gereği paylaşmakken bizler daha fazlasını elde edebilmek için başka insanları açlık sınırının altına itiyoruz? Neden pahalı ürünlerden alışverişler yaptığımızda o markaların çocuğunun fabrikasında ucuza çalıştırılan çocuk işçileri göz ardı ediyoruz? Bizler kendilerine insan diyen ve doğadaki en üst varlık olduğumuzu idda eden canlılar olarak neden kendi zevklerimiz için başkalarını açlık sınırına itiyoruz? Neden Yüceller bizim inanılmaz tüketim çılgınlığımızdan hayattaki hayallerini düşlemeden gözlerini yumuyor? Bizler Eren Erdem’in Devrim Ayetleri’ndeki yetim tanımına nasıl da uyan bir hale geldik? (“Yüz tane akrabası olduğu halde bankadan kredi almak zorunda kalan herkes yetimdir.” Devrim Ayetleri)
Hiçbirisinin cevabını vermek bana düşmez ve size bir alternatifte sunmam doğru olmaz, sadece empati kurabilmenizi söyleyebilirim. Daha bu yazımı yazmaya başlamadan 15dk kadar önce evime gelirken 12-13 yaşlarında bir çöp toplayıcıyla karşılaştım ve trafikte çöpünü topladığı aracını arkasında götürürken üşümesini ve insanların onun yanından hızla uzaklaşmasını seyrettim. Trafikte otomobillerin, hatta toplu taşıma araçlarının onun üzerine üzerine araçlarını sürmelerini ve hatta birinin yakınından geçerken “Eğer arabam çizilirse iner kafanı kırarım” diyerek tehdit etmesini izledim. O çocuk hiçbirine bir tepki vermedi, cevap vermedi ve gözlerinde öfkeyi görmedim. Sadece ilerde dükkanının dışına çıkardığı ürünlerle kaldırımı işgal etmesine rağmen kimsenin çıtını çıkarmadığı bir kuruyemişçinin çöpüne doğru gitmesini ve kağıtları ezerek en ufak hale getirmesini izledim.
Kısacası bugün insanların yine gücü yettiği herkese karşı irili ufaklı zulmetmekten çekinmediğini gördüm. Sivriada Köpek Katliamına şaşırdığım gibi insani duygularını katleden ve hiçbir canlıya saygı duymayan bir düzen gördüm. Umarım bu yazıyı okuyanlar olarak sizler çöp toplayan kardeşlerimizin yanından geçerken yüzlerine bakarsınız ve onların da bu işi güle oynaya yapmadıklarını ve hayatlarını sürdürmelerinin yolu olarak bu işi seçtiklerini fark edersiniz. Kim bilir belki de içinizden birileri daha iyi çıkar ve okutmaya karar vereceğiniz birilerini bile seçebilir. Ummaktan fazlasını yapacağınız bir dünya dileğiyle…
muhammed.sipahi@gmail.com
Çöpte Dostoyevski Buldum belgeselini izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim.