Çocukların anneleri ve hacı olmayan, arada iki tek atan, ölüm korkusu daha dört bir yanını sarmamış dedeleri tarafından yaz tatillerinde zorla Kuran kursuna gönderildikleri yıllar, aylardan ise trakya karpuzunun öğlen kesilip akşama soğuması için buzdolabına atıldığı yada kesilmemiş sarı siyah kırkağaç kavunun içine şırınga ile 35 cl lik Tekirdağ rakısının sadece ve sadece alkolün mikropları öldürsün diye enjekte edildiği haziran ayı. Coğrafya bilgisi iyi olan trakyalı arkadaşların ulan göt trakyada kavun karpuz ağustos sonunda yetişir kimi kandırıyosun dediğini duymazlıktan geliyorum.
O zamanlar karnelerinde hepsi 5 yada hepsinin pekiyi olmadığı çocukları,bizim evin yanındaki boş arsaya boynuna kadar gömüp, karnesinde hepsi 5 olan çocuklar gelip taşlıyorlardı. Ben yine kendime taş atanların arasında yer buldum bundan önceki 3 yılda olduğu gibi.
Bizim evin yanındaki boş arsaya gömülmeyen arkadaşlarım ve ben, yaz tatilimizin ikinci haftası kuran kursuna yazdırıldık, elimizde arapça ders kitapları, kafamızda ise annelerimizin utanmasalar beyaz külotlarımıza bile ütü izi yapmak istedikleri ama yapamadıkları ütü izli takkeler, ayağımızda 2 hafta sonra kopacak olan ve hepimizde aynı renk ve model pazar terlikleri, bilemiyorduk ne haldeydik yürüyorduk kanarya ulu camiine..
Kuran kursunun ilk günü neden olmadığını hatırlayamadığım bir sebepten dolayı cami hocası bana vurdu. Cehennemde yancaksın ulan dedi bu kafayla gidersen. Dedim ne gidicem lan cehenneme benim dedem hacı gelir beni kurtarır, bütün duaları ezbere biliyor, senden önce camiye girip senden sonra çıkıyor sen yancaksın cehennemde ben eve gidiyorum tsubasa var zaten daha da bu camiye gelmem dedim. Bastım çıktım camiiden. Eve geldim, tsubasa her zamanki gibi üç haftada geçtiği orta sahanın birinci haftasındaydı ve herkes camideydi. Benim çok canım sıkılıyordu. Yarım saat sonra dayak yiyen başka bir arkadaşım olan ismail geldi gözleri ağlamaklı. Benim dedem öldü lan ibo 2 sene önce, senin dedene söylesene beni de kurtarsın lan cehennemden dedi. Kurtarır lan ismail dedim sen merak etme, söylerim ben.
Günler birbirini kovalarken en yakın arkadaşım lan İsmail pazarda işe girdiğini, babasının bir tanıdığının onu pazarda bulaşık süngeri satan bi tezgaha, Holosko + bir miktar para antlaşması ile 3 aylığına kiraladığını bana ve KAP’a(Kamuoyu Aydınlatma Platformu) bildirdi. Ben ilk başta lan İsmail’in bu hareketini pek umursamadım, benim için hayat çok güzel devam ediyordu. Her sabah düzenli olarak Silivri’den gelen sütçüden 1 litre sütümü alır,süt anneme verip geçmişteki borcumu ödedikten sonra sütçü arabasına takılır, 8 sokak yukarıya çıktıktan sonra tüp arabasıyla tekrar mahalleye gelir, kahvaltıdan sonra sapanla kuş avı, 9 aylık, japon kale, orta-kafa-gol gibi futbolun en güzel taraflarını icra eder, başka mahalledeki çocuklarla mahalle maçı yapar ve akşam üzeride erik, incir, iğde gibi ağaçlara dalardım. Anlayacağınız pek fazla bir sorumluluğum yoktu ve bundan son derece memnundum. Zaten sorumluluktan da pek fazla hoşlanmazdım. Büyüyünce ne olacaksın diye soranlara 2.pilot cevabını verip, uçak düşse bana bi şey girmez oğlum 1. pilot düşünsün diyerek,sorumsuz bir insan olmanın sinyallerini daha o yaşlarda vermeye başlamıştım.
Lan İsmail’le karşılaştığımda pazarın kaldırılmasına yakın bir perşembe akşamıydı. İsmail’i uzun zamandır görmemiştim. Naber lan ibo dedi lan İsmail. İyi geldi bi daha ver lan İsmail dedim. Neyi dedikten sonra boşver lan İsmail dedim. Cebinden bir tomar para çıkardı lan İsmail. Pazarda işlerinin çok iyi gittiğini, artık babasına para istemeden önce babacım demesine gerek kalmadığını, babasının artık ona lan İsmailciğim dediğini, her hafta babasına 70’lik rakı aldığını, canı istediğinde capry sun’ı önce hüpletip sonra gümlettiğini, leblebi tozunu ağzıyla yemediğini, burnuna çekmeye başladığını, mahalleye gelen ayı oynatıcısına parayı verip ayı Yaşar’ı sadece kendisine bayılttığını, atari salonunda istediği kadar jeton alıp, karı soymaca da karıyı soymaktan bıktığını, karıyı artık giydirmeye başladığını ballandıra ballandıra anlattı. Sonra da siktirip gitti lan İsmail.Kendimi çok kötü hissetmeye başladım, artık ne ağaçlardaki meyvelere dalmak, ne akşam ezanından sonra apartman zillerine basıp kaçmak zevk vermez olmuştu bana. Gözüm paradan başka hiç bir şey görmüyodu ve çarşamba akşamı anneme iki cam şişe meyöz şeftali suyunu aldırıp, evdekilere zorla içirmiştim. Şişeleri çalkalayıp içlerine içme suyu doldurduktan sonra buzdolabına attım. Yarın öğlen saatlerinde pazara çıkıp, güneşin altında çalışan pazarcıları ve pazara gelen kadınları buz gibi soğuk sularımla tahrik etmemem için hiç bir sebep yoktu.
Sabah tsubasa başlamadan önce uyandım. 3 haftada diğer kaleye giden tsubasa henüz ikinci haftasında, kendi 18 yayı ile orta sahanın kendi sahalarına bakan kısmının arasında bayır yukarı top sürmekteydi, ben annemin yaptığı yumurtalı ekmeği gömerken. Biraz daha televizyon izledikten sonra, alt katımızda oturan dedemlere indim. Cami hocasının dedeme beni sorduğunu,dedemin de cami hocası bana vurduğunda çektiğim acının aynısını çeksin diye, rakip caminin hocasının Kur’an kursuna başladığımı bana vuran hocaya söylediğini anlattı. İşte o gün karar verdim baba olmadan dede olmanın yollarını aramaya. Hiç olmadı taşıyıcı dede olmak istedim, sırtında torunlarını taşıyan. Babaanneme bugün öğlene doğru pazarda su satacağımı söylediğimde 2 bardak su parası çıkardı cüzdanından, o kadar gururlu bir çocuktum ki su içmeden para alamayacağımı söyleyecek kadar da mal değildim tabikide. Hemen aldım parayı, babamdan aldığım cüzdanın bozuk para bölmesine koydum. Hiç bir zaman harcayamayacağım uğur param olacaktı, haracayamadım da zaten. Babaannemi toprağa verdiğimizde mezara atacaktım o parayı yıllar sonra…
Öğlen olmuştu ve ben buzdolabından aldığım soğuk su şişesiyle ekmeğimi kazanmaya gidiyordum. Annem tam evden çıkarken gördü beni, sanki gözleri dolmuş gibiydi, bana bakmadan kolay gelsin diyebildi. Bende anneme akşama yemek yapmamasını gelirken eve bir kaç kilo kıyma alacağımı akşam yemeğine anneannemi de çağırmasını söyledim ve suyumu aldığım gibi pazara doğru yürümeye başladım.
İlk başlarda hiç bir şey yapmadan pazarda gezinmeye başladım. Güneş gören pazar tahtalarını tespit edip oraya gelmeden 10-15 metre önce suuu soğuuuk suuu,buuuuz gibi soooğuukk sudaaaaann içeeeenn yeni geldiiii,paraaam olsa ben de içseeem diye bağırıp güneşin altında olan pazarcılara sucunun sesi uzaktan hoş gelirmiş atasözünü düşündürtüyordum. Bazı pazarcılara; Ağbey bu su Sudan suyu, arap ülkesi Sudan varya,sıcak Sudan ülkesinden buz gibi soğuk sudan içmek istermisiniz keh keh keh diye espri bile yapıyordum. Satışlar iyi gidiyordu ve şu anki paramla 223gram kıyma alabiliyordum. Bir süre sonra sadece pazarcılara değil, pazara alışverişe gelen kadınlara da su satmaya başladım.
İkinci şişeyi evden alıp su satmaya devam ettim .Kendime gelen güvenle birlikte sesim daha gür çıkıyor arada su satmada kullandığım repliği hicaz makamında söyleyip gırtlak nağmeleri yapıyordum. Neşem,önümde kızıyla beraber yürüyen teyzeye su içer misiniz teyzecim sorusuna cevap vermek için dönen teyzeyi görünceye kadar yerindeydi. Buz gibi soğuk su satarken aynı anda başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Teyzeyle beraber dönen, sarışın, mavi gözlü, ön dişleri hafif ayrık ve giydiği transparan beyaz elbisenin içinden beyaz külotu gözüken ilkokul aşkım Burcu’dan başkası değildi.
Burcu beni gördüğünde şaşkınlığını çok belli etmeden annesine bu su satan çocuğun onların sınıfından 921 numaralı ibrahim olduğunu, çok yakın bir arkadaşı olmadığımı, arada bazen konuştuğunu annesine söylerken, bende benim ona aldığım çatal+gazozların toplam maaliyetini hesaplıyordum. Burcu başka şeylerde söylüyor ama onun bana gönderdiği ses dalgaları kulağımda bulunan çekiç,örs ve üzengi kemikleriyle muhattap olamıyordu ki birden Burcu’nun su satan bi çocukla ne kadar arkadaş olunursa o kadar arakadaş olabileceğini dediğini duydum. Gözlerinin içine baktım, gözümden düşen Burcuyla elimden düşen su şişesinin parçaları karıştı, gözlerim dolar gibi oldu, yerdeki su şişesine tekme atıp eve doğru koşmaya başladım. Anneme hiç bir şey anlatmadan banyoya koştum ve sabun kaçırdım gözüme ağladığım belli olmasın diye.. Siz hiç gözünüz sabunluyken ağladınız mı?
Okullar açıldı,herkes biraz daha büyüdü o yaz ama ben 10 yaş daha büyüdüm o pazarda. Sonra herkes sıraya girdi. Ben en arkada Burcu ise en öndeydi. İstiklal Marşı okundu ve o senelerde henüz Andımızı okumaya devam ediyor ve bundan zevk alıyorduk. Sınıflara çıktık, ben ilk önce tuvalete saçlarımı taramaya gittim. Sınıfa girdiğimde herkes en önde oturan Burcu’nun etrafına toplanmış onunla alay ediyorlardı. Niye olduğunu anlayamadan Burcu’nun yanına yaklaştığımda, o zamanlar ufak olan burnuma gelen sidik ve bok kokusuyla olan biteni anladım. Sevdiğim kadın altına sıçmıştı. Bende sevdiği kadın altına sıçmış olan her erkek gibi okulumuzun hademesine gidip bir kova talaşa ihtiyacım olduğunu, sebebini sormaması gerektiğini efendice anlattım. Hademe önce beni ciddiye almadı ama onu kalbinden vuracak soruyu sordum: Sevdiğin kız altına sıçsa hemde işemeli sıçmalı sıçsa sen ne yapardın?Hademe elinde talaş dolusu kovayla yukarı çıkmak istedi, sen dedim sen hademe abi sen istermiydin altına sıçan sevdiğin kızın bir hademe tarafından altının talaşlanmasını, yanlış anlama senin mesleğini yada seni küçümsediğimden değil, emekçi adamsın ama bırak bu boku ben temizliyim be abi dedim. Burdaki boku kelimesini de mecaz anlamda kullandığımı belirttim emekçi hademe abime. Bir kova dolusu talaşla geldim altına sıçmış olan kadınımın yanına. Etrafındaki kalabalığı dağıttıktan sonra oturduğu sırada hiç kımıldamadan duran Burcu’nun altını talaşladım ve beni pazarda küçümserkenki su şişesinin aynısını çantamdan çıkarıp masasına sertçe bıraktım. Şişeyi gören Burcu gözlerini açtı, gözlerimin içine baktı, kalbi bir kez daha yandı ben talaşın üstüne buz gibi soğuk suyu dökerken .Ben de çöktüm olduğum yere, buz gibi soğuk suyla, ateş gibi akan gözyaşlarım karıştı boklu sidikli talaşın üstünde. Sevdiğim kadından bir sıvıyla ki pis bir sıvı,benim bir sıvım ki temiz bir sıvı birleşti,Sorarım size dostlar aşk sizce de iki sıvının birleşmesi değildi de neydi?
Ben eğildiğim yerden, talaşı süpürme işini bitirip kafamı kaldırdığımda Burcu ile göz göze geldim. Burcu: o gün o pazarda sana yaptıklarım için çok üzgünüm dedi,beni affedebilecek misin İbrahim’im.Burcu dedim: Külodunun önündeki amblem hello kitty mi?