Ayak izlerine hasret sokaklardaki çürümüş ağaçların çoban yıldızının yerini tarif edemediği bir gün daha. Sıvası dökük duvarlar her saniye tekrardan yaşlanırken kırık bir bisiklet omuz vererek teselli ediyor beton bulutu. Göğü kapatan sis nefret dolu bakışlarını yansıtırken gözlerime, püskürtüyorum verdiği zehiri içine karbon katarak. Defoluyor duygularım bir kez daha. Sebeplerimin sonuca dönüştüğü izafi yanlışlarda, doğruyu ayırt edemeyen buğday tanesi sessizliğim, nakaratını çok sevdiği şarkısının ilk üç saniyesine varamadan döküyor küllerini. Kadife yalnızlık, imkansız mutluluğun ipeksi dokunuşlarına gizleniyor yokluğun ücra saatlerinde. Saniyeler, kapağı nemli tuzluktan akan tuz gibi akıyor, 40 derece ateşle yanan bedenimin çıkmaz sokağına. Çok yaşayamayacağımı ima eden hapşuruklarımı gizliyorum gırtlağıma saplanan oksijen atomuna…
“Sen de gör..”, gör ama kimseye belli etme kainatın altına yuvarlana yuvarlana kaçan benliğimi. Görmemezlikten gel, başkasının adına utan, yaradanın adına utan.