Hayat akıp gidiyor bir gün daha. Neredeyse vapuru kaçıracaktım, son andaki koşuşturmamın işe yaramasıyla yetişebildim. Eve dönüş yolculuğu bu; kıta değiştirerek yaptığım, Anadolu’dan Avrupa’ya her iş günü. Aslında çekilecek gibi değil ama boğazın güzelliği bir nebze ferahlatıyor, yorgunluğumu alıveriyor. Bu akşam her zamankinden daha da güzel. Üsküdar bir zamanlar padişahların avlandığı yer, şimdilerde yığınlarca insanın bir durağı… Üsküdar ‘ı seviyorum. Mihrimah Sultan Camii, Kız Kulesi derken misafirlerini çok güzel ağırlar her daim. Üsküdar; kuşların, kedilerin de favori mekanıdır hem de. Mihrimah’ın hani içine girmeyenin bile bahçesine yolu düşer muhakkak; kuşların senfonisi eşsiz, kulak kesilmeden geçemem. Bahar mevsiminde ağaçları bir başka güzeldir. Renk renk laleler arzu endam eder parklarında. Ve iskelede bekleyen çiçekçilerin önünden, mis kokuları için tekrar tekrar geçesim gelir.
Akşam vakti vapur yolculuğu da harikadır. Köprünün ışıklarını izliyorum. Bu akşam boğaz daha da güzel. Camilerin ışıkları yanmış, siluetleri manzarayı aydınlatıyor. Bu eşsiz tablodan gözlerimi alamıyorum. Bu kalabalığın içindeki dingin yalnızlık insanı hayale sürüklüyor. Ne kadar değiştim. Defalarca gidip geldiğim Üsküdar vapurunu, kaç keredir sayamadığım kadar çok miktarını düşünüyorum ve aptal ümidime veda ediyorum. Günler nasılda çabuk birleşip de yıllara dönüşüveriyor. Üniversiteye başladığım günler, sanki bir iki ay öncesi gibi zihnimde taptaze duruyor oysa kaç yıl geçti üzerinden. Hayır düşünmek istemiyorum bunları. Vapurdan inme vakti de gelmiş çoktan, inmeye başlamışlar bile. Hızlı olmalıyım, eve vaktinde varabilmek için. Otobüsü kaçırırsam eğer yandım demektir. Sonra bekle dur dakikalarca. Ve trafik eyvahlar olsun ki trafik! İstanbul çok güzel ama… Bir ama ekleniyor işte cümleye.
Korktuğum başıma geliyor ne yazık ki. Otobüs kalkalı biraz olduğunu duraktaki sıra anlatıyor. Uzun kuyruğun sonunda yerimi alıyorum. O kalabalığın ortasındaki, sessiz bir haykırış içimde yankılanıyor. Gözlerim minik ellere; babasına sarılmış hüzünlü kara gözlere takılıyor. Kağıttaki yazıyı okuyorum , Suriye’li. Allah kimseyi yurtsuz bırakmasın , ne acı. Dil bilmiyor ki geçimi için bir iş tutsun. Allah’ım yardım et. Elimden geleni yapayım da ne kadar derdine çare olacak. Bir zamanlar bu topraklarda müslümanlara bir sahip çıkan vardı. Kuşların yaşaması için bile vakıf kuranlar yaşardı. Bırakın aynı dinden olanı kırk yabancıyı merhametle kucaklayanlar vardı.
Şimdi çocuklar uykularından ölüme uyanıyorlar bir sabah Suriye ‘de. Dünya izliyor ekranlardan. Sıcak yatakları, bir gece vakti, hani insanın en savunmasız, habersiz olduğu anda kimyasal bir zehirle ebedi uykuya çağırıyor. Suriye de bir masum uykusundan cennete uyanıyor. Nerede o vicdan sahipleri, bir imdat çığlığıyla geri çağırmak istiyorum hepsini. İnsanlık nasıl bu zulme sessiz kalabiliyor. Ne yazık ki şahit oluyorum. Bu zalimlere dur diyecek kimse yok mu ? Rasih Salah’ın elinde ‘İnsanlığın güçlü Türkiye’ye ihtiyacı var ‘ pankartı taşıdığı resim zihnimde canlanıyor. Sezai Karakoç’ un bir dizesi aklıma geliyor, ‘Sen bir anne gibi tuttun ufukları’ diyor. Yaşamından çokça yıl sonra Abdulhamid Han’ı hasretle yad ediyorum. Yapabildiğim küçük yardım, büyük bir karşılık buluyor. Mütebessim bir çehre,
جزاك الله خيرا
diyor . Allah seni hayırla mükafatlandırsın. Hüzün içinde ayrılıyorum. Otobüs ile evime varıyorum ama vicdanım rahat bırakmıyor.
Hayat akıp gidiyor bir gün daha.