“Anı yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır.”der Andre Gide. Pek anı yazan biri olmasam da hoşuma giden bu sözü, şöyle algılamayı tercih ediyorum: yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır.
Her sabah milyarlarca insan, yeni bir güne başlıyor. Kimi hızlıca kahvaltısını yapıp, metropolün keşmekeşinden sıyrılıp işyerine ulaşmaya çalışıyor; kimi dünyanın ücra bir köşesinde adını bile duymadığımız bir kabilenin unutulmaya yüz tutmuş dilini konuşarak hayatını devam ettiriyor. Birbirlerinden ne kadar farklı olsa da hepsinin paylaştığı ortak bir nokta, son durak, asla değişmeyen tek ve yalın bir gerçek var: ölüm. Ve ölümün getirdiği korku: unutulma, yok olma korkusu. Hayatın hızlı ve olağan akışı belki gün içinde insanın bu korkuyu duymamasını sağlayabilir ancak bir an bile boşluğa düştüğünde, belki geceleri kafasını yastığa koyduğunda, yaşlandığını ya da yalnız kaldığını anladığı ilk anda ya da birdenbire, durup dururken, o korku insanı sarmalar, boğar, onu küçük ve zavallı bir yaratık haline sokar. Ama doğası gereği savaşçı ruha sahip olan insan, bu korkuyla savaşmayı da öğrenir ve onu alt etmek için yeni yollar geliştirir: bazısı çocuk yapar, hatta ona kendi can sıkıcı ilkokul anılarını, askerlik anılarını ya da belki düğününde yaşadıklarını anlatır, sadece zihinlerde yer edinip var olmaya devam edebilmek için. Bazısı okul, hastane yapar ya da bir dernek kurar, oradan geçenlerin bir kez bile olsa kendi ismini zikretmesini sağlamak için. Benim gibi bazıları da yazar, öldükten sonra bile yaşayabilmek için bir kağıt parçasından veya yok olması küçük bir sistem hatasına bağlı olan internet platformlarından medet umar. Hangi yolun ruhlarımızın hayata tutunmasında, ölümün elinden bir şeyleri kurtarmakta daha işlevli olduğunu söylemeyeceğim çünkü bunun cevabını ancak çocuk doğurur, bir okul açar, bir kitap yazıp ölür ve sonuçlarını görmek için tekrar dirilirsem söyleyebilirim ama yine de üç yolu da ayrı ayrı kutsadığımı belirtmek isterim. Çünkü kolay olan, akıp giden zamanda bir şeyleri bahane ederek ölüm korkusuyla yüzleşmemektir. Var olmaya çabalamak için önce yok olacağını kabul etmek gerekir ve bu, gerçek cesarettir.
Var olmaya çalışan ruhlara saygıyla!