dışarda çok güzel bir hava var.insanı sokağa davet ediyor.insanlarda bu daveti geri çevirmiyor.tabi ben de çıkıyorum.üstü kapanmamış bir belediye çukurunun yanından geçiyorum.kahvede nasırlarıyla uğraşan süleyman efendi’yi görüyorum.o kadar çirkin ki bakamıyorum.anlam da veremiyorum çirkin yaratıldığından dahi şikayetçi değildi.nasırları yetiyordu süleyman efendi’ye.kahvede bir çay içme fikrimi süleyman efendi’nin çirkinliğine katlanamayacağım düşüncesiyle erteliyorum.
dolmuşların bulunduğu tarafa doğru ilerlerken c.’yi görüyorum.her zaman ki gibi aylaklığı üzerinde.ayşe ile ayrılmak yaramadı zavallıya.zaten neden ayrıldı ki.hem bacaklarından da korkmadığını söylüyordu ayşe’nin.sürekli aradığı kadını bulacağını söylüyor ve aylakça gezmeye devam ediyordu.hatta geçen gün bu iş için eve bir fahişe çağırdığı bile konuşulmuştu dedikodu kazanı olan mahalle berberinde
c’nin aylaklığından bulaşmaması için kendime bir meşkale arıyorum.kültür merkezlerinden birinde bir sergi gözüme çarpıyor.içeri dalıyorum.guernica adlı tablonun önünde duran bir askeri görüyorum.yüksek rütbeli birisine benziyor.oldum olası askeriye ve askeriyenin disiplininden haz almadığımdan pek yanaşmıyorum ama askerin yüzündeki korkuyu sezebiliyorum.biraz daha ilerleyince resimlerine olan ilgiden sıkılmış olan van gogh ve salvador dali’yi tavla atarken görüyorum.van gogh kulağındaki sargıyla uğraşmakten oyuna konsantre olamıyor.mazoşist işte insan neden kulağını keser zaten başka türlü.ressamlar kahvesinde mona lisa’ya aşık olduğunu da vinci’nin de lisa’nın resmini bizim van’dan önce yapınca çıldırdığını söylüyorlar.van kulağını kesmiş ve leonardo’ya yollamış ki ne kadar piskopat olduğunu anlasın.neyse mazoşist van gogh sargıyla oynayıp lisa’yı düşünmekten oyuna konsantre olamıyor ki dali tavlayı koltuğunun altına veriyor.
tavla da bitince sergiyi gezmeyi devam ediyorum.gözüm kuytuda bir yere sinip resmin birine hayran hayran bakan bir adama çarpıyor.yaklaştıkça önce resmi seçmeye başlıyorum.resim andrea del santro’nun kürk mantolu madonna’sına benziyor.biraz daha yaklaşınca resime aval aval bakan raif efendi’yi görüyorum.ona acıyorum o kadar dünyadan soyutlanmış birisi ki belki kendi bile kendine düşmandır o kadar yalnız bir adam.bunları düşünürken beni yalanlamak üzerine saçları çok güzel bir kadın yaklaşıyor raif efendi’nin yanına.konuşmaya başlıyorlar.şaşırıyorum c’nin bulmak içinn deli divane olduğu şeyi raif efendi gibi bir adam bulmuş gibi.onları dinleyebilmek için resime bakma bahanesiyle yanaşıyorum.sessizliği farkediyorum.beraberce susuyorlar.olayın ne kadar ciddi olduğunu anlayıp bir kat daha şaşırıyorum.onları dinleyemiyorum ama kadının boyunluğundaki ismi okuyabiliyorum.kadının adı maria puder.ne c’nin ne de benim bir zavallı raif efendi kadar olamadığımızı farkedip kendimi dışarı atıyorum.
sağlık ocağından çıkan çocuğu farkediyorum.koltuk değnekleriyle inmeye çalışıyor merdivenlerden.çocuğu defalarca görmüş olmama rağmen ismini bilmiyorum.işin garibi mahallede kime sorduysam ismini bilmediğini söylüyorlar.yalnız sekiz yaşından beri bir kemik hastalığından muzdarip olduğunu biliyor herkes ve de kapalı çarşının arkasında bulunan köşkte yaşayan paşanın kızı nüzhet’i sevdiği dolaşıyor kulaktan kulağa.muhtemelen gene mahalle berberinden çıkmıştır bu dedikoduda.zaten yeterince derdi olan çocuğu daha fazla sıkmamak için yanına pek sokulmuyorum.
c. gibi aylaklığa vurduğumu farkedince eve dönmeye karar veriyorum.kahvenin önünde bir kalabalık görüyorum.belediyenin açtığı çukurun etrafına toplanmış herkes.merak ediyorum ama sonra süleyman efendi ve nasırlarının kahvedeki yokluğu gözüme çarpıyor ve kahvenin ocağında el yazısıyla yazılmış şu yazı:’ölüm allah’ın emri ayrılık olmasaydı.’
2 comments
Orhan Veli,Peyami Safa,Sabahattin Ali.Benim seçebildiklerim,daha doğrusu okuduğumdan hatırladıklarım bunlar.Cumhuriyet edebiyatından sınava girmiş gibi oldum,hepsini bir metne iyi yedirmişsin,beğendim.
teşekkür ederim ama c. yi bulamamışsın galiba.