“Hüzün ruhun gıdasıdır.”
Bilemiyorum, müzik mi bastı istifayı, yoksa biz mi men ettik onu ruhumuzu beslemekten? Ama görev dağılımında bir değişiklik olduğu aşikâr.
Bilemiyorum, ilk kim çekti acısını, özendirecek kadar güzel biçimde? Birisi bunu hakkıyla yapmış olmalı ki, bunca insanın acıya olan meyli o sebepten olsun.
Büsbütün güzel bir hayat bir insanı neden sıksın? Başka ne arasın bir insan, hayatındaki her şey yolunda giderken?
“Dert” mi kılık değiştiriyor, yoksa maslow hiyerarşi piramidinde en başından yanılmış mıydı? Nedir bu melankoli modası?
İnsanın, yüreğine yakışan acıyı çekmesi mi?
Bilemiyorum, belki de sosyal medyadır tüm bunların sorumlusu.
Tüm bu acıya meylin sorumlusu, belki de “en samimiyetsiz” bir acıdan geliyordur, ki o acı, sosyal medya denen o yavşak oluşumda, gözler önünde, sanki görücüsü geliyormuşçasına “süslenerek” çekilmiş.
Bilemiyorum, yazık oldu onca insana… Çünkü var serde özenmek, insan bu. acıya, özleme, hüzne bile özenmiş de, yüreğine yazık olmuş bu garip fıtratından ötürü.
O gün bugündür belini doğrultamıyor yüreklerimiz. Yanlış, “doğrultmuyor”. Bile isteye, çekilişini en beğendiği acıya gidip sarılıveriyor. Her mutluluğunun içine, kendi elleriyle bir pürüz bırakıyor. Mutlu olmayı bilmiyor değil, mutlu olmak istemiyor. Çünkü şimdi moda hüzün. Yüreğine yakışsın yakışmasın, bulduğu her acıya sap oluyor.
Bilemiyorum, belki birilerinin bu işe bir el atması gerekecek. O çok sevdiğimiz “sosyal medya” mecralarında şöyle en afilisinden bir mutlu olmalı birileri. Ki bu insan dediğimiz garip mahluk bir kez daha özensin. Bu kez doğru olana özensin de, elindekinin kıymetini de bilebilsin. Şu nankör hüznünün absürdlüğünü artık fark etsin.
Aslında, gerçektir belki, reddetmeye çabaladığım tüm acılar.
Bilemiyorum.